29 Ocak 2011 Cumartesi

Ye Dua Et Evlen- Elizabeth Gilbert





Bu kitabı bundan tam 3 ay önce aldım ve okumaya başladım, kitabı okumaya başladığımda sürekliyici anlatımı karşısında elimden bırakamadım. Kitabın ortalarına geldiğimde yoğunluktan dolayı kenara bıraktım, sonra başka kitaplara başladım ve bu  kitaba devam etmeyi unuttum. Çünkü asla bir kitaba bağlı kalamam. Birkaç kitabı birarada okumak en büyük özelliğim. Arkadaşlarım kafan karışmıyor ya da konuları birbirine karıştırmıyorsun diye sorduklarında, tarihi bir roman okuduğumda, biyografi kitabında mola veriyorum, onu okurken yorulduğumda ya da sıkıldığımda roman'da dinleniyorum diye cevap verdiğim çok olmuştur. Yazarın bu serideki ilk kitabı olan Ye Dua et Sev'i okurken çok eğlenmiş ve birçok yeni şey öğrenmiştim. Kitabında bulduğum heyecanı ne yazık ki filminde bulamadım. Bazıları filmi çok saçma buldular. Ama film kötü diye bence kitabı harcamamak lazım. Çünkü kitabı okuyan herkes aslında kendi filmini kendi çeker. Bu kitabı okurken de çok eğlendim ve aynı zamanda kafamı kurcalayan beni düşündüren ve sorgulamama neden olan konularla da karşılaştım.

Kitabın baş kahramanları Yazarın kendisi ile ilk kitaptan hatırladığımız Bali'de tanıştığı  Felipe'dir. Felipe karakterini çok beğendim sanırım bunda Javier Bardem'in katkıları fazla olsa gerek. İki aşık bu kitapta evlilik sorunsalıyla karşı karşıyalar. Sürekli sevgilisi Elizabeth'i görmeye giden Felipe, Amerikan Hükümeti tarafından sınır dışı edilmesiyle başlayan olaylar zinciri, onların evlilikle burun buruna gelmelerine neden olur. Çünkü Evlenince en azından resmi olarak sorunlar çözülse de özel hayatlarında büyük bir problem olarak karşılarına çıkmaktadır. İkisininde ikinci evlilikleri olacak olan bu birliktelik kafaların da soru işaretleri olmasına neden olur. Elizabeth, sürekli evlilik kavramını, evlilik tarihini ve kurumunu ile ilgili kitaplar okur. Bunu kitapta okuyucu ile de paylaşır. Kitapta vurguladığı konulardan biri  geç yaşta evlenen ve kariyer peşinde olan bayanların diğerlierne göre daha seçici olduğunu söylemesidir. Bu konuda yazara katılmamak ne mümkün. 20'li yaşlarda evliliğe sıcak bakanlar, 30'lu yaşlara merdiven dayadıklarında kafalarındaki evlilik profili çok farklı hale geliyormuş:)) İnsan gerçekten daha seçici oluyor ve özgürlüğünün elinden alınacağı hissine kapılıyor ve bir erkeğin egemenliğine girmenin ağır bir yük olduğunu düşünüyor.  Kitapta sürekli seyahat ederek bir arada kalmayı amaçlayan çift gittikleri yerlerdeki evli çiftleri de gözlemektedirler. Elizabeth  evlilikten korkmakta ve ilk evliliğinde yaşadığı hayal kırıklığını bu evliliğinde yaşamak istememektedir. Aralarındaki sihrin bozulmasından  ve doğru adamın Felipe olup olmadığını sorgulamaktadır. Kitapta en çok evlilik tarihi adlı bölümü çok sevdim ve etkilendim. Evliliğin geçirmiş olduğu evrimi ve geçmiş toplumların yaşadıkları sorunlar, ırksal ve dinsel ayrımlar yüzünden evlenemeyen çiftler ve feminizm akımı etrafında gelişen evliliklerin anlatıldığı bölümden çok zevk aldım.  Evlilik sanırım bu dönemde her bayanın ve her erkeğin kabusu olsa gerek. Doğru insanı bulmak, o insanı tanımaya çalışmak ve bir hayatı tanımaya çalıştığınız bir kişiyle geçirmeye çalışmak sanırım insanları evlilikten uzaklaştıran başlıca nedenlerden yalnızca birkaçı... Artık günümüzde kadınların da ekonomik özgürlüğü ve kariyer hayalleri sayesinde evlilik ufukta gözükmeyen bir gemidir. Eski evlilikler kalmadı, eski aşklar kalmadı, insanlara güven kalmadı, sadakat kalmadı. Öyle bir çağda yaşıyorki insanın kime güveneceği bile zor. Sanırım bu güven kaybı yüzünden de insanlar evlilikten kaçıyor ve korkuyor. Kitabı okuyunca evlilikle ilgili korkularım daha da arttı, ama buna rağmen kitap pesimist konuları içermiyor ama yazar feminist olunca sizde onun yazdıklarından ister istemez etkileniyorsunuz. Kitabı okuduğumda kıskandığım tek şey bende Elizabeth Gilbert gibi bavulum kapının yanında olsa ve sürekli seyahat edip yeni yerler görsem:)) Hem eğlenmek hem de evlilikle ilgili daha çok şey öğrenmek istiyorsanız mutlaka okuyun:) İyi okumalar


17 Ocak 2011 Pazartesi

Kara Kitap- Orhan Pamuk



Bu aralar hiçbir şeye vakit bulamıyorum. Kütüphaneye git, kitapları makaleleri bul, onların fotolarını çek, sonra eve gel düzenle, çalış, düşün ve bunun gibi birçok şey:) Allahtan kitapları seviyorum ve ne yazıkki mesleğimi de seviyorum. Eğer bu mesleği gerçekten sevmiyorsunuz sanırım her şey size eziyet gibi gelecektir. Toprağın kokusu ciğerlerinize bir kere işledikten sonra Arkeoloji sizde bağımlılık yapmıştır demektir. Bütün zorluklarına, insanlarla uğraşmak  ve bunun gibi her şeye rağmen Arkeolojiyle Hayat güzel:) Gelelim kitap okuma konusuna, eskiden sıkı bir okuyucuydum, ama bu aralar yemek yemeyi bile unuttuğum oluyor ve iki ayda bir hayli kilo verdim. Görenler nasıl bir rejim uyguladığımı sorduklarında onlara tez yazmalarını öneriyorum:) Kara Kitap neredeyse 1 aydır okuyupta bitiremediğim bir kitaptı ama dün gecenin geç saatlerinde bitti.

Orhan Pamuk'un okuduğum bu üçüncü kitabı. Benim Adım Kırmızı kadar güzel olmasa da yine de güzel bir kitap. İnsanın kendini ve hayatını sorgulamasına neden oluyor. Hoş ben bu yoğunlukta kendimi ne kadar sorguluyorsam:)) Kitabın baş kahramanı Galip'in, karısı Rüya'nın bir anda ortadan  kaybolması üzerine olayları incelerken kendini sorgulamasına tanıklık ediyoruz. Karısı Rüya aynı zamanda amcasının kızıdır. Galip, Rüyayla yaşadığı günlere okuyucu götürerek kendi hayatının değerlendirmesini yapmaktadır. Onun dışında Gazeteci olan diğer amcasının oğlu Celal'e olan hayranlığının kendi olmaktan vazgeçtiğini görmektedir. Yazar Benim adım kırmızı'da sürekli üzerinde durduğu üslup olayına burada Celal ve Galip üzerinden anlatmaktadır. Bu konuda Orhan Pamuk'a hak vermiyor değilim. Şöyle düşünelim sevdiğimiz yazarları aklımıza getirelim, sürekli onların kitaplarını okumuş ve artık onların yazma üsluplarını bildiğimizi varsayalım ve ilerde deneme ya da roman yazdığınızı düşün, acaba o yazarlardan etkilenerek mi olay kurgusunu kurarız. Belki bunu istemesek te farkında olmadan yaparız. Kitapta da Celal'de Rüyayla birlikte bir anda ortadan kaybolunca, çalışmış olduğu gazeteden sürekli Celal'in yazı yazmasını beklemektedirler ve bu işi Galip devralır. Celal'in bütün yazılarını neredeyse ezberleyecek kadar okur ve aynı onun tarzında yazıları yazmaya başlar ve kimse onun Celal olmadığını anlamaz. İşte insan  o zaman düşünüyor üslup diye bir şey yok. Aslında sevdiğimiz yazarları okuduktan sonra bizim akıl süzgecimizden arta kalan tortular aslında onlarla harmanlanan uslubumuzu oluşturuyor. O zaman nerede kaldı özgünlük, bu kitabı okuyunca insan bunları düşünüyor. Allahtan tez yazarken edebiyattan uzaklaşıyorum:)) Bilimsel dunyayı bazen bu yönden sevmiyor değilim:) Kitabı okumanızı tavsiye ederim. Orhan Pamuğu da daha yakından tanıma fırsatına sahip oluyoruz.
İyi okumalar
Sevgiler
Bellanomisma