14 Aralık 2013 Cumartesi

Fransız Teğmenin Kadını (Bitmesini Hiç İstemedim)



Merhabalar, biraz önce John Fowles'ın Fransız Teğmenin Kadını isimli kitabı bitirmiş bulunuyorum. Kitaptan o kadar etkilendim ki hemen Selmin Abla'yı arayıp "abla ben kitabı bitirdim bugun işlerim var ama yarın oturup konuşsak olur mu" dedim. Kendisi iki gun yogun olduğundan konuşma faslı haftaya kaldı. Ben de hiç zaman kaybetmeden buraya yazmak istedim. Aslında kitap biter bitmez bloga yazmam, fakat o kadar begendim ki duygularımı hemen yazmak istedim:) Bu satırları yazarken de taze demlenmiş çayımı da bir yandan yudumlamaktayım:). Biliyorsunuz bu yıl Selmin Abla'yla ingiliz edebiyatına dair birçok kitabı okuma kararı aldık. Listemizi yaptık. İlk sıraya da bu kitabı koymuştuk. Tesadüf şu ki ikimiz de yıllardır bu kitabı okumak istiyormuşuz. Kış aylarında kitap okumaktan inanılmaz haz alan ben, uzun bir aradan sonra keyifli bir kitap okumanın verdiği mutlulukla buraya yazıyorum. Yaz ayında başlayan kitap okuma konusundaki isteksizliğim bu kitapla son buldu:). Kitabı satın almadım, sağolsun Fatih'te varmış. Ondan okudum. Eski bir basımdı, yani gıcır gıcır değildi. Benim bu huyum aslında çok kötü. Fatih sahaflardan kitap almayı çok severken aksine ben tertemiz birinci el kitap almayı seviyorum. 

Kitap konusuyla, kurgusuyla, karakterleriyle, psikolojik alt yapısıyla çok iyiydi. John Fowles'ın bu kitaptan önce Koleksiyoncu isimli kitabını okumuştum. Kitabın sonu okuyucu da tokat etkisi yaratsa da onu da sevmiştim. Sanırım Fowles bu işi biliyor, bir şekilde okuyucu kendisine bağlıyor. Dönem, mekan ya da konu fark etmiyor diye düşünüyorum. Kitap zaman olarak 19. yüzyıl İngilteresi'nde geçiyor. Bilindiği üzere bu dönem Victoria Dönemi diye geçiyor. Aslında Victoria Dönemi başlı başına ele alınması gereken bir dönem. Kısacası yasaklarla, ayıplarla dolu, mimaride abartıların görüldüğü, dinin etkili olduğu bir dönem. Yazar kitapta yapılan hataları, aristokrasi sınıfını, yanlış anlamaların silinmez bir leke haline geldiği bu dönemi bir hayli eleştiriyor. Dönemle ilgili çok keskin ve bir o kadar da dogru saptamaları olduğunu da  görüyoruz. Bir taraftan dünyayı saran ve İngiltere'de bir hayli etkili olmuş Sanayi Devrimi'nin eşiğinde bir ülke, diğer yandan bunun getirdiği olumlu ve bir o kadar olumsuz durumlarla yüzleşen halk. Çünkü giderek toplumsal yapı değişiyor. İşçi sınıfı doğuyor. Seri üretime geçiliyor. Ticarette bir hayli yol alınırken, aristokrasi sınıfı ticarete atılmamakta direniyor. Soylu olmak böyle bir şey olsa gerek:) Bu ne kibirdir allahım diyorsunuz kitabı okurken:)). Bunun dışında Amerika'ya göç eden insanların durumunu ve Amerika'nın, İngilitere arasındaki farkları, kültür şokları hepsi kitapta perde arkası olarak veriliyor. İngilizlerin, o dönem Amerikalıları aşağı gördüğü hatta Amerikanca konuşma tarzı diye eleştirdikleri konuşma tarzına da yazar değiniyor. Hatta kitabın bir yerinde Fowles Virginia'nın derhal İngilizleşmesi gerekiyor diyerekten yazar aslında ironide bulunduğunu anlıyorsunuz:) Bu anlattıklarım aslında kitabın arka planında ve bir o kadar içinde olduğu konular. Aslında kurgunun temelini oluşturuyor. Belki de o yuzden kitabı okurken sıkılmıyoruz, bir şeyleri yazar gözümüze sokmuyor ya da bilgilerini ahkam keserek vermiyor. Perde arkasında bırakıyor ve bu karakterleri de daha iyi anlamamıza neden oluyor.

Kitabın konusuna kısaca gelecek olursak; 19 yüzyılda geçen bir aşk hikayesi. Yanlış bir anlamaya maruz kalmış, dönemin getirdiği sert kurallar ve ön yargılar yüzünden üzerine atılan lekeyi temizleyememiş ve kaderine susarak kabul etmiş Sarah ile soylu bir aileden gelen ve hayatını garanti almak için mücadele eden dönemin kuralları karşısında çırpınan, direnen Charles arasında geçen gizemlerle dolu bir aşk hikayesi. Aslında çözümlemesi yer yer zor bir aşk hikayesi. Bunu burada şimdi niye yaptı diyorsunuz, sonra ama kız haklı diyorsunuz. Aaa ne kadar efendi bir çocuk, bu yaptıgına ne demeli, sonra da ama aşkı için Charles direndi  daha ne yapsın diyorsunuz. Yazar sürekli şaşırtıp duruyor okuyanları. Kitabın sonu bile aslında gizemli bitiyor. Victoria Dönemi'nde gördüğümüz mutlu sonlar yok:) Çünkü yazar günümüzden:)). Kitabın bazı yerlerinde zaman zaman duruma Fowles da müdahele ediyor. İşte şimdi bu karaktere şunu yapmak istedim, zaman zaman karakterin kaderini kendisi belirlesin istedim tarzı cümlelerle girişler yapıyor. Fazla ayrıntı verip, heyecanı kaçırmak istemiyorum ama mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. 

Son olarak buraya foto koymak için tarama yaparken filmi olduğunu da gördüm. Merly Streep ve Jeremy Irons oynamış. Bu sahne kitabın en önemli sahnelerinden:) İzlemek kaçınılmaz oldu. Filmi izledikten sonra da izlenimlerimi buraya yazacağım. 


Sevgiler

Bellanomisma

9 Aralık 2013 Pazartesi

2013'de neler oldu? neler değişti?



Merhabalar, blogumu takip edenler bilir, aralık ayı geldiğinde geçirdiğim 12 ayın kısa bir özetini burada yayınlarım. Bir nevi iç dökme de denilebilir. 2012 yılını açıkcası çok sevmemiştim. Özellikle tezin yorucu koşuşturması, sağlık sorunları, işsizlik ve gelecek kaygılarıyla geçen bir yıl olmuştu benim için. 2013 ise   umuttu. Her şeyden arındığım, yeni bir sayfa açtığım, geleceğe neşeyle, güvenle, sevgiyle merhaba diyebileceğim bir yıldı 2013.Herkes gibi belki de 2012 yılının bir an önce gitmesini, 2013 yılının ise hemen gelmesini istiyordum. Sanki yılan misali derimi değiştirip atıyordum ve yeni umutları yeni derimde hissediyordum. Bu yüzden 2013 gelmeden bile özlemle istediğim, gelmesini dört gözle beklediğim bir sene olmuştu. Bilmiyorum yeni yılın sihrine inanan var mı? Gerçekten de 2013 yılı benim için değişimlerin olduğu kısa dönemle de olsa iş sahibi olduğum, mesleki hayatımda akademik anlamda ilk adımlarımı attığım ve hayat arkadaşımı bulduğum sağlıklı, güzel bir yıl oldu. Her şeyin başı her zaman söylediğim gibi sağlık, huzur ve mutluluk. Bu üçü hayatınızda, bedenizde olduğu sürece sanırım yaşamın zorluklarına gögüs germek biraz daha kolaylaşıyor diye düşünüyorum. O yüzden yeni yılın başta ailem, dostlarım ve tüm arkadaşlarım için sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yıl olmasını diliyorum.

Yeni yılı çocuklugumdan beri çok severim. Yeni yıl demek ailemin bütün üyelerimin bir araya geldiği, bolca kahkahaların atıldığı bir gecedir. Bu gece tüm yasaklar kalkardı, mesela gece yarısına kadar oturup televizyon seyrebilirdim ve dilediğim kadar çikolata ve cips yiyebilirdim. Babamın her zaman Baylan'dan getirdiği şemsiye çikolataları da unutmamak lazım:) Bunların içinde belki de en güzeli tombala oynanmasıydı. Biz yılbaşılarında halen az da tombala oynamaya çalışıyoruz. Artık yeni oyunlar da var tabi. Onları da oynuyoruz.

Yeni yılda gönlünüzden geçen her şeye kavuşmanız dileğiyle, sağlıkla, sıhhatle, mutlulukla ve huzurla geçirebileceğimiz güzel bir yıl olsun. Barış ve sevgi hiç eksik olmasın. Etrafınızda hep sizi mutlu edecek güzel insanlar olsun. Bu dilek hepimize gelsin. Çünkü ne kadar mutlu insan ve size deger veren kişi varsa inanın hayat kaliteniz o kadar yüksek oluyor. Ben öyle yapmaya çalışıyorum. Beni üzen, kötü düşünceli, dedikodu yapan ve rahatsız eden kişilerle sıklıkla görüşmemeye ve onları hayatımın dışında bırakmaya çalışıyorum. Siz de öyle olun. Kötü insanları çıkarın hayatınızdan. Bırakın istediklerini düşünsünler, zaten sizin hayatınızda olsalar da bir yolunu bulup sizi üzecekler. En güzeli öteleyin, sonra çıkarın hayatınızdan. 

Yeni Yılınızzz kutlu olsun. Hoşgeldin 2014:))

5 Aralık 2013 Perşembe

İngiliz Edebiyatından Seçmeler


Merhabalar, eskisi gibi blogda fazla yazı yazmadığımın farkına vardım ve bu duruma son vermek adına okuyacağım kitaplar hakkında birkaç şey yazmak istedim. Geçen ay yakın dostlarımdan Selmin Abla'ya bir öneride bulundum. Yıllardır süren dostluğumuzda ortak  birçok yanımız var. Bunlardan biri kitaplar ve diğeri ise ingiliz edebiyatına olan düşkünlüğümüz. Bu yıl İngiliz Edebiyatından seçmeler okumaya karar verdik ve güzel bir liste hazırladık kendimize. Kenarda köşede kalmış victoria dönemi yazarlarından tutun da günümüz yazarlarına kadar uzanan uzun bir liste oluşturduk. İlk kitabımız ise John Fowles'ın unlu kitabı Fransız Teğmenin Kadını. Lise yıllarımdan beri okumak istediğim ama bir türlü okuyamadığım bir kitap olur kendisi. 15 yıllık aradan sonra okumaya başladım:) Selmin ablanın da buna benzer bir hikayesi varmış.  Selmin abla kitabı bitirdi ama ben henuz bitirmedim. Bu aralar okuduğum en iyi kitaplardan biri diyebilirim. Edebi anlamda zevk almanın yanı sıra dönemin ingiliteresi konusunda da bir hayli bilgi edinmemize yol açan bir kitap. Bilmiyorum içinizde okuyan var mı? eğer okuduysanız yorumlarınızı merakla bekliyorum. Önümüzdeki ay ise Howards End'i okuyacağız. Bu kitap için de sabırsızlanıyorum. Sanırım liste guzel olunca sabırsızlanma kat sayısı gunden gune artıyor. Herkese iyi okumalar diliyorum ve ingiliz edebiyatı ile ilgili önermek istediğiniz kitap varsa lütfen yazın. 



Sevgiler

Bellanomisma

5 Kasım 2013 Salı

Son Zamanlarda Okuduklarımdan Seçmeler


Bu aralar farklı koşuşturmalar içerisindeyim. Yoğun geçen günlerin arta kalan vakitlerinde az da olsa kitap okuyabildim. Bunlardan ilki Nefertiti. Michelle Moran'dan okuduğum ikinci kitap. Mesleğim gereği Mısır kültürüyle üniversitede az da olsa haşır neşir olmuştum. Mısır Kraliçeleri arasında en ünlülerden biri olan Nefertiti'nin yaşam öyküsü. kitapta anlatılan dönem, Mısır Tarihinde bir ilk olarak bilinmektedir. Bunun nedeni pagan inancından tek bir tanrıya Ra'ya yani Guneş'e tapınım görülmektedir. Kocası Amenhotep bunun için uğraş içine giriyor ve krallığını Amarna'ya taşıyor. İsmini de Akheneton olarak değiştiriyor. Bu durum toplumun, Mısır krallığına ve kral Akheneton'a karşı düşmanlığın başlamasına da neden oluyor.Nefertiti'nin yaşadığı zorluklar, iktidar hırsı, kendi kanından birinin başa geçirme isteğini de kitap gözler önüne seriyor. Nefertinin ardı ardına gelen doğumları, yaşadığı sıkıntılar, kızlarıyla ilgili yaşamlarına da kitapta yer veriliyor. Bilimsellikten uzakta tarihi roman tadında bir eser bu kitapta okuyanların bir hayli zevk alacağı düşüncesindeyim.


İkinci kitap Oya Baydar'ın "O Muhteşem Hayatınız" isimli kitabı. Geçen ay İdeefix'den sipariş ettiğim kitapların arasında yer almaktaydı. Oya Baydar'ın edebi dilini ve kitaplarını çok severim. Hemen hemen bütün kitaplarını okudum. Okuduğum, bu son kitabında başlangıçta oya baydar tarzından uzaklaşmış diye düşünmüştüm ama kitabın ortalarına gelindiğinde direk vermek istediği sosyal mesajları üstü kapalı olarak vermeye başladıgını gördum ve sonuna kadar kitap bu olayın uzerinde gelişti diyebilirim. Kitabın konusu, ünlü bir opera sanatçısının yaşadıkları, başarı basamakları ve bu basarı basamaklarına çıkarken yaşadığı durumlar ve çektiği acılar anlatılmaktadır. Ömrü boyunca müzikten bir an olsun vazgeçmeyen bir divanın hayatı, ona hayran bir toplayıcıyla karşılaşmasıyla değişiyor. Hayranı, onun resimlerinden, gazete kupurlerinden ve kasetlerinden bir dunya yaratıp, onun ayakları altına sermektedir. Hayatını muhteşem olarak nitelendiren hayranı sayesinde, kendi hayatını sorgulayan bir sanatçıyla yuz yuze kalıyorsunuz. Resimlerde bakan yuz bir insana neyi anlatır. Bir gulumseme hayatındaki acıları silebilir mi ya da karşıdaki insan bir resimle her şeyi anlayabilir mi? bu iki hayatı aslında yazar bir yerde sorguluyor. Mesleği yuzunden yıkılmış bir evlilik ve arkasında bıraktıgı ufak bir kız çocuğu bunun bedelini diva nasıl yaşamış bunlar anlatılıyor. Kitabın ikinci kısmı ise kızı Arya'nın agzından anlatılıyor ve Arya ile birlikte başka bir dunyaya yolculuk başlıyor. Bu yolculuğun adı Dersim. Dersim'i Arya'nın oraya yapmış oldugu yolculuk sayesinde hikayesini öğrenmiş bulunuyoruz. Dersim hakkında bilinmeyenler, yöre halkının hikayeleri, yaşanan olaylar. 38 yılında neler oldu, neler yaşandı bunları da Baydar sayesinde ögrenmeye çalışıyoruz. Kitabın dili ve kurgusu her zamanki gibi guzeldi. Oya Baydar'ın değişik bir dili var. İnsanı kendisine çeken, saran, sarmayalan bir yapısı var. 

Son kitap ise bestseller tarzında. Kristin Hannah'ın Ateşböceği Yolu isimli kitabı. Aslında bu kitabı her yerde görüyordum. Bloglarda sıklıkla rastladım. Hatta internete bu kitabın adını yazdıgınızda bir hayli blog tarafından yorum yapıldığını gördüm. Çok yakın bir arkadaşım da Kış Bahçesi isimli kitabını okudu.. Ondan da yazar hakkında olumlu yorumlar dinledim. Bahsedeceğim kitabın ikincisi de 23 nisanda yurtdışında  çıkmış. Türkiye'de de "Ateşböceği Şarkıları" adında çevrilmiş.Bu kitabı karşıya geçtiğimde cagoğlundaki satış dukkanında bir hayli indirimli olarak aldım.  Kitabı okumaya başladıgımda  çok bilindik konu diye başlamıştım. Bir yandan da merak ediyordum. Kitap 70'li yıllarda başlayan arkadaşlıklarını 2000'li yıllara taşıyan iki arkadaşın yaşam öyküsü. Birbirlerine kardeşten öte bir yakınlık duyan bu iki insanın, yaşadığı acılar, sıkıntılar ve aralarında kopmayan arkadaşlık bağı kitapta özellikle vurgulanıyor. İki farklı hayatın çarpıcı yönleri ele alınıyor. Bir tarafta annesiz bir çocukluk geçiren,göz önünde olmayı seven ve hayat konusunda hep hırsları olan ve en tepeyi çıkmayı hedefleyen Tully ile hayatı daha sıradan ve silik yaşayan mutlu bir ailede buyumuş Kate'nin yaşam öykusu anlatılıyor. Biri mesleğinde zirveye çıkarken arkada bir ailesinin olmamasını yıllar sonra fark etmesi, diğeri ise kariyerini bir kenara bırakıp evlenip çoluk çocuga karışmış Kate'nin yaşadıkları. Hangi hayat daha muhteşem, Hangi hayat daha yıpratıcı bu sorular aslında soruluyor. 70'li yıllardan 2000'li yıllar arasındaki dönemde dunyada neler olup bitmiş perde arkasında dipnot olarak kitapta anlatılıyor. Seattle, Newyork, Bainbridge adası arasında geçen olaylar örgusunu bir çırpıda okuyabiliyorsunuz. Şimdi ise Fransız Teğmenin Karısı'nı okumaktayım:) Bitsin onunla ilgili bir yazı da ekleyeceğim.


Sevgiler

Bellanomisma


5 Eylül 2013 Perşembe

Kader diye bir şey varmış:)

Merhabalar, uzun zaman oldu buraya bir şeyler yazmayalı. İnsanın 3 ayda hayatı değişir mi sanırım değişebiliyor. 3 ay önce hayatı tek başıma sırtlamışken şimdi ise elimi tutan sıcak bir el, yüreğimi açtığım güzel bir kalp, konuşmasam bile gözlerimden her şeyi anlayan bir hayat arkadaşım var. Hayatıma gökten düştü de denilebilir. Her şey bir anda gelişti ve evlenme kelimesiyle kendimi yan yana düşünemeyen ben, şimdi evlilik yoluna girdim:) Duruma halen adapte olma durumları yaşıyorum. Allahtan Mr. Darcy (arada sırada ona takıldığım lakabı) her konuda oldugu gibi bu konuda da yardımcı oluyor:). İnatla kitap okumaya çalışsam da inanın, şu son 3 haftadır  nişan için  kıyafet bakmalar, düğün için gelinlik bakmalar, mobilya konusunda fiyat almalar gibi faaliyetler içerisindeyiz. Arkadaşlarımdan bu surecin çok zor ve meşakatli oldugunu biliyorum. Allahtan hayatımı kolaylaştıran ve her konuda uzman olan  arkadaşlarımız var:) İyi ki de onlar var. Herkes bir fikirle geliyor, tecrubeler aktarılıyor, bizde bu durumları değerlendirme surecindeyiz. Bazen o kadar bunalıyorum ki, size anlatamam. Bu tarz şeyler benlik değil. Her şeyin en ince ayrıntısına kadar düşünmek. Ev için eşyalar bakmak. Elimde bu aralar sürekli mobilya, beyaz eşya katalogları var. Kendimi bu durumda hiç hayal edemez, kaçardım:). Pronovias'a gidip ilk kez gelinlik giyme maceralarım, ikeadan evimizin her şeyi tam da bir patates soyma bıcağı, şişe açacağı ve limonluğumuzun eksik olması:)) Ama aldıgımız eşyalardan en guzeli çok kısa bir süre sonra elimizde olacak, uzerinde yazarların adlarının yazılı oldugu halı:) İkimizde edebiyat tutkunu oldugumuzdan halı karşısında hiç bu kadar mutlu olmadık:) beyaz eşyayı bedava verseler bu kadar mutlu olmazdık diyeceğim ama buna da sevinirdik sanırım. Erkek arkadaşımın da meslek olarak edebiyatçı olması kendisinden bir hayli şey öğrenmeme de neden oluyor. Sanırım bu yönuyle beni derinden etkiledi bunu da buradan itiraf edeyim:) Dugun, nişan, gelinlik v.s bunun gibi birçok öneriye de açıgım. Yorumlarınızı bekliyorum.

Sevgiler

Bellanomisma

10 Haziran 2013 Pazartesi

Baharın ardındannnn

Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba, Bahar'a güzel bir veda edemeden yaz geldi kapıya dayandı. Ruhum hep bahardır benim. Yeri gelir hazan olur, yeri gelir bahar. Son olsun ilk olsun hep bahar. Ne kışın sertliğini , soğuklugunu severim; ne de yazın kavuran sıcaklığını. Güneş vururken yüzüme arsızca, rüzgar usulca arkasından okşayarak geçip gidecek. Ya da yağmurlar yağacak ruhuma, yapraklar sessizce yere düşerken.... Bahar olunca hep kendimi sokaklarda bulurum, yürürüm hiç ardına bakmadan, düşünmeden, kaygılanmadan ... Hep önüme bakarım, hiç yılmadan, nedensiz, sorgusuz sualsiz. 

Hayatımın en önemli kararlarını, en önemli sınavlarını, başvurularını hep baharda vermişim. Hayatıma hep yön veren baharmış, beni itekleyen, heveslendiren ve başarıya götüren... Bahar mıymış beni ben yapan? 

Bahar'da boğazda erguvanlar usulca açarken, adada ise mimoza kokusu sarıp sarmalar teklifsizce. Bahardır  bizi yaza hazırlayan, kışın yorğunluğu alan. Ne eksik ne fazla hep orta şekerdir bahar:)

Sen yaz gibi değilsin çatkapı gelmezsin, cemrelerinle bizi hazırlar, yağmurlarınla haber verirsin. Saygılısındır ve bir o kadar içten ve bir o kadar samimi.... Hiç şaşırtmaz ani inişler çıkışlar yapmazsın. Yeri gelir bahar olur içimize dolarsın; yeri gelir hazan olur içimize kapatırsın...... Sen sevgi nedir bilirsin yeri gelir yüreğimizi yerinden oynatır; yeri gelir kederlendirirsin ama ne abartırsın ne de umursamaz olursun. Ne eksik ne fazla hep orta şekersin sen bahar...

Kısacası sen baharsın ne çok üzersin; ne de çok sevindirirsin, Sen ne eksik, ne fazla hep orta şekersin bahar:)


Bellanomisma:)

24 Nisan 2013 Çarşamba

İzlenen Filmlerden Kısa Notlar


Bu aralar film izleyerek yorgunluğumu atmaya ve zihnimi boşaltmaya çalışıyorum. Film festivallerinden bazı filmleri izledim.


The Fall adlı bu film, sanatsal filmler kategorisinde şu ana kadar izlediklerim arasında en iyisiydi. Estetik açıdan muhteşem sahneleri bulunmakta.







Woddy Allen'ın başrolünü paylaştığı filmde kendisine Diane Keaton eşlik etmekte. Komedi türünde olan bu film Napolyon Dönemi'ni komik bir dille anlatan film:) Ben izlerken çok eğlendim:)
Fransız yapımı olan filmde Adele'in maceraları anlatılmaktadır. Mısır'daki mumyalardan, ejderhalara kadar uzanan eglenceli bir film:) Film Paris ve Mısır arasında gidip gelmektedir. 

İzlediğim son film konusunda tek söyleyeceğim mutlaka izlemeniz gerektiği, 3 saat süren film nasıl başladı nasıl bitti anlamadım. Babür İmparatoru Muhammed Ekber'ın hayat hikayesinin anlatıldığı filmde Hint Prensesi Jodhaa ile evlenmesi ve birbirlerine duydukları aşktan oluşmakta. Bunun yanı sıra o dönemin Hindistan'ı da anlatılmaktadır. Bolywood film yapımları arasında en üst sıralarda yer aldıgı kesin:) İyi seyirler.

24 Mart 2013 Pazar

Bride&Prejudice



Jane Austen'a olan bağlılığımı birçok arkadaşım bilir. Onunla ilgili bir film olduğunda ya da eserlerinin değişik bir versiyonunu gördüğümde hemen oturur izlerim. Şimdiye kadar birçok filme ve diziye ilham olmuş olan eseri Aşk ve Gurur benim için de kült kitaplar arasında yer almaktadır. Türk dizilerinden Asi, Bir İstanbul Masalı'nda bu kitaptan etkilendiği açıkca ortadadır. Yabancı filmlerden Sabrina, Bridget Jones I ve bunun gibi birçok filmde Aşk ve Gurur'dan esintilerle karşılaşmaktayız. Aşk ve Gurur'un sinema ve dizi versiyonlarını hatta Jane in Austen adlı komedisini izlemiş bir insan olarak içlerinde en renklisi bu filmdi. Çünkü bu film Aşk ve Gurur'un Hint versiyonuydu. Filmdeki karakterlerin çogunun ismi aynıydı, sadece Bennet ailesi olarak bilinen Elizabeth'in ailesinin isimleri farklıydı. Filmin konusu da mağlum:) Ama bu filmi izlerken çok eğlendim. Aşk ve Gurur'un Hint versiyonu nasıl olur acaba diye düşünmeyin bence mutlaka izleyin:)) Çok renkli, bol müzikli bir film:) Şimdiden iyi seyirler.  



17 Mart 2013 Pazar

Amadeus


Yine bir yoğunluk içerisindeyim. Bir yandan iş, bir yandan ingilizce, bir yandan çalışmalar derken kendime hiç vakit ayıramaz hale geldim. Önceden tez yüzünden sızlanmalarım olurdu. Şimdi ise iş yüzünden bu sızlanmalarım devam etmekte.... Haftasonu bir anda bitiveriyor ve ben kendimi yeni bir haftaya hazır hissetmezken pazartesi kapıya dayanıyor. Aslında bu yorucu tempoya alıştım desem de haftanın son iş günü pilimin bittiğini hissediyorum ama ertesi günün tatil olacağını düşünmek yüzümü az da olsa gülümsetmeye yetiyor. Cumartesilerini genelde  evde sessizlik içerisinde geçirirken, şu son iki haftadır cumartesilerim dışarıda geçmeye başladı. Pazar günü kazısanız, burnumu dahi dışarı çıkarmam modundayım:) Buradan arkadaşlarıma da duyurulur:) Konuşmayı, bir şeyler anlatmayı ve hatta arkadaşlarımla sohbet etmeyi çok seven ben, sadece susmayı ve çok az olmak kaydıyla  da dinlemeyi tercih etmeye başladım. Benim için alışık olmayan bu durum sanırım yaz ayına kadar sürüp gidecek:) 

Neyse cumartesileri yeni aktivitem full film izlemek. Kitap okumayı boş kaldığım her vakit yapsam da, artık film izlemek sadece haftasonuna ertelenen bir durum haline geldi. Bu hafta "Amadeus" adlı filmi izledim. Film, W. Mozart'ın hayat hikayesini konu alıyor. Film biraz uzun sürmüş olsa da açıkcası çok etkilendim. Bir dahi müzisyenin hatta o dönemin avrupasında tanrının mucizesi hatta Theophilos (Tanrı dostu) olarak anılmış olsa bile kötü bir hayat geçirmiş olduğunu görmekteyiz. Aslında tarihe bakıldığında önemli adamların bu erken ölümleri ya sefaletten ya da ruhları bedenlerine dar geldiğinden mi nedir intiharlarıyla sonuçlanıyor. 6 yaşında besteler yapmaya başlayan bu eşsiz müzisyen Avursturya'nın kuzeyinde yer alan Salzburg kentinde dünyaya gelmiş, fakat kariyeri Viyana'da gerçekleşmiştir. Notalarla oynamayı bir oyun haline getiren bu dahi müzisyen içindeki çocuğu asla öldürmediği söylenmektedir ki bunu film boyunca görmekteyiz. 35 yaşında hayata gözlerini yuman Mozart ardında bir hayli borç bıraktığı bilinmektedir.




Bugün bile operalarını, konçertolarını dinlediğimizde ruhumuzun havalanıp uçtuğu hissini veren bu adam neden sefalet içinde bir yaşam sürdü? Bu soru aslında gerçekten çok önemli. Çünkü o dönemin avrupasında özellikle Viyana'da Paris'te ve Almanya'da kralların ve kraliçelerin karşısında operalarını, konçertolarını ve müziği icra eden ve günümüzde halen saygı duyulan bu olağanüstü besteci, neden bu kadar parasız bir yaşam sürdü ki o dönemin Viyanasında müziğe çok da önem veriliyordu. Fransa Kraliçesi Marie Antoniette'nin kardeşi II. Joseph Avusturya'nın başında yer alıyordu ve müziğe önem veren bir kraldı. Filmden gerçekten çok etkilendim. Hayatının içine bu kadar müziği dahil eden ve notalarla konuşan ve notanın tınısını kafasında canlandırıp kağıda döken Mozart'ın hikayesinin anlatıldığı bu film gerçekten çok etkileyiciydi. 


Son olarak filmi izledikten sonra Mozart ile ilgili kitapları netten taradım ve Can yayınlarından çıkan kitabı okumaya karar verdim. İlerleyen aylarda bu kitabı burada tanıtmayı düşünmekteyim. Son olarak usta bestecinin bir eseriyle konuyu bitirmek istiyorum. Herkese iyi günler dilerim.












http://www.youtube.com/watch?v=2TUIQjZT_8Y

2 Mart 2013 Cumartesi

Film Notları

Merhabalar, bu aralar kendimi film izlemeye adadım desem yeridir. Yorgunluğumu film izleyerek atıyorum. Bu aralar izlediklerimden. Hepsi birbirinden güzeldi. Casablanca'yı birkaç defa izledim. Snow White yeni versiyonu bir hayli güzeldi. Charlize Theron'un (Kötü Kraliçe) Snow White'dan daha güzel olması dikkat çekiciydi ama açıkcası güzel bir filmdi. Bu aralar Snow White çok popüler:) Ben en çok Sindirella'yı severdim:) Onunla ilgili de cover bir film bekliyoruz:)  Marie Antoniette anlatıldğı filmde ise, konu biraz kopuktu. Kraliçenin hayatını bilmeyen için çok açıklayıcı bir film değildi. Son film ise Tim Burton yine döktürmüş demek istiyorum. Bu konuda objektif olamıyorum:) Tim Burton ne çekerse hepsini beğeniyorum:)





28 Ocak 2013 Pazartesi

Liebster Blog Award




Bloglar arasında yeni bir etkinlik başlamış. Benim de Sevgili Berfin sayesinde haberim oldu. Çünkü kendisi beni aday olarak göstermiş ve kısacası ben de  mimlendim:) Yapacağınız şey aslında çok basit sizi mimleyen blog'un sorularını cevaplamak, sonra kendinizle ilgili 11 gerçeği açıklamak ve en sonunda ise sizin hazırlamış olduğunuz soruları oluşturmak ve aday göstereceğiniz blogları belirlemek. Bir de yukarıdaki fotografı paylaşmak, sizi mimleyen blog'u da referans göstermeyi unutmayın. Şimdiden herkese iyi eğlenceler:)


1. En sevdiğin yazar kimdir?

Aslında bu soruyu tek bir yazarla sınırlamak istemezdim ama aklıma ilk gelen kişi Oya Baydar.

  2. Türkiye'de çıkmasını iple çektiğin seri/yazar nedir/kimdir?

Legend Of Seeker serisinin bütün kitapları:)

  3. Yılda ortalama kaç kitap okursun?

Eskiden yılda 70'e yakın okurdum ama şu iki senedir 25 tane anca okuyabiliyorum. 

  4. Kedi - Köpek? Kahve - Çay?

Kedileri çok severim. Hatta ileride  bir tane kedi almayı düşünüyorum. Kahve yle hiç aram yok.  Çay konusunda da yeşil çay ve earl grey tercihimdir.

  5. Gitmekten en keyif aldığın mekan/cafe neresi?

Starbucks, Çınaraltı (Çengelköy), Viktor Levi, Happy Moons, Özsüt (Caddebostan) Şimdilik aklıma gelenler.

  6. Kitap okumak için tercih ettiğiniz bir yer var mı?

Odamda yatağım üzerinde okumayı, bir de salonda camın kenarında  kitap okumayı çok severim.

  7. Okumaya başladığın kitapları yarım bırakırmısın? Sonunu getiremediğin kitaplar hangileri?

Her kitabın bir ruhu olduğuna inanırım. Bazen bir kitaba başlarım ve kitabın ortalarına gelemeden yarım bırakırım. O an ki ruh halimin kitaba hitap etmediğini  anlarım. Bu aralar yarım bıraktığım bir sürü kitabım var. Bunlardan birkaçı; Duyguların Dili, Midak Sokağı, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Limon Ağacı:)

  8. Sevdiğin müzik türleri nelerdir?

Jazz, Jazzz, Jazzz:))  ve Etnik Müzikler. Aslında enstrümantal tarzda olan müzikleri dinlemeyi de çok seviyorum. Beni çok dinlendiriyor.

  9. Takip ettiğin diziler varmı? Hangileri?

Once Upon A Time, Revenge, Avrupa Avrupa, Böyle Bitmesin.

 10. 2-3 kitabı bir arada okur musun?

Sadece bir kitabı okuduğumu hatırlamıyorum. Her zaman iki ya da üç kitabı bir arada okurum. Sanırım çok çabuk sıkıldığımdan böyle oluyor.

 11. Tahminen kaç kitabın vardır.

700'e yakın:) 

Benimle ilgili 11 gerçek:)

1-  En sevdiğim renk mor, pembe ve mavi:)

2- Evde vakit geçirmeyi çok severim. Miskinlik göbek adım:) Pijamalarım ve sabahlığımla bütün bir günü geçirebilirim:)) Annem bu konuda sen benim kızım olamazsın der hep:)) ve benim bu halime hep çok güler:) Rahatıma çok düşkünüm kısacası:)

3-  Yemek yapmayı çok severim. Hatta bu konuda başarılı olduğum söylenir. Özellikle değişik tarzda şeyler denemeyi çok severim. Bu aralar Asya yemeklerini deniyorum:) 

4- Baharatı çok severim. Özellikle Zencefil, Kimyon ve Köri:)

5- Aromatik kokuları çok severim. Çayı içerken bile mutlaka karanfil koyarım. O yüzden siyah çay konusunda da Earl Grey'i tercih ederim. Tarçını tatlılar da içtiklerime koyarım. Tarçın'ın büyülü bir kokusu olduğuna inanırım. 

6- Aleo vera yağı vazgeçilmezlerim arasındadır. Kokusu çok hoşuma gider. Hatta parfüm olarak kendisini kullanırım:) Çiçek yağlarına karşı bir düşkünlüğüm var cildime saçıma sürerim. Bazen banyo suyuma bile katarım:) 

7- Bütün bir günümü evde kitap okuyarak geçirebilirim:) Arkadaşlarım beni dışarı çagırdıklarında ya da bir yere davet ettiklerin de çok zor giderim. Ağır kanlılığımla bilinirim:))

8- En sevdiğim aktör Colin Firth. Hatta hep onun gibi biriyle evlenmeyi hayal ederim arada sırada:)

9- Kupa koleksiyonum var ve kupalarımı odamdaki rafımda sergiliyorum:) Biri bana kupa aldığında acayip mutlu olurum:)

10- Küçük şeylerden mutlu olurum. Yeter ki bir anlamı ve değeri olsun. Asla hediyelere fiyat biçmem. Çikolata bile mutlu olmama yeter:) ya da güzel bir yemek:)  Ayrıca içinde baykuş olan her hediye havalara uçmam için de yeterlidir. 

11- Yurtdışında görmek istediğim yerlerin başında Paris ve Bali gelir:)) 

Benim Sorularım

1- Kitaplardan uyarlanan filmler konusunda ne düşünüyorsunuz? Bunlar arasında sizi etkileyen hangisi olmuştur?

2- En sevdiğiniz yazar ve kitap

3-  Kendinizle özdeştirdiğiniz bir kitap karakteri var mı?

4- Yılda ortalama kaç kitap okursunuz?

5- Ne tarzda kitap okursunuz?

6- Klasiklerden en sevdiğiniz kitap hangisi

7- En sevdiğiniz renk?

8- Kütüphanenizde ortalama kaç kitap var?

9- Kitap hediye etseydiniz bu hangisi olurdu?

10- Blog önerilerini dikkate alıp, kitap alıp okur musunuz?

11- İzlediğiniz diziler?

Veee Adaylarrrr

http://birazsoylebirazboyle.blogspot.com/

http://gunicinderastladim.blogspot.com/

http://baykusgozuyle.blogspot.com/

http://edabellaa.blogspot.com/

http://myblog42-42.blogspot.com/

http://morkalemlik.blogspot.com/






23 Ocak 2013 Çarşamba

Jane Austen Hayatımı Mahvetti /Beth Pattillo


Bu kitabı geçen ay bitirdim ama bir türlü buraya yazamadım. Bu aralar nedense popüler tarzda ya da sadece kafamı dağıtacak, edebi anlamda çok fazla derinliği olmayan kitaplarla vaktimi geçiriyorum. Bu kitap uzun zamandır aklımda, fakat bir türlü alıp okuyamıyordum. Pegasus Yayınlarının birkaç kitabını bu şekilde gözüme kestirdim. Sırada Filozuf'un Çırağı adlı kitap var ama ne zaman satın alırım ve ne zaman okurum tanrı bilir:) 

Jane Austen, lise yıllarımda hayatıma girmiş ve beni kendisiyle zehirlemiş ve panzehirini bir türlü bulamadığım hastalık gibi yakama yapışmıştır. Kitaplarındaki erkek kararkterlerin asillikleri, gururlu halleri ve takdire şayan kibarlıkları içime işlemiştir. Lise yıllarım bu charming hayalleriyle heba oldu. Belki de önüme çıkan fırsatları hep bu nedenden tepmek durumunda kaldım ve belki mükemmel bir aşkın kıyısından yine bu hayaller yüzünden döndüm. Bu yüzden bazı pişmanlıklarım yok değil. Şimdi geçmişe dönüp baktığımda gerçekten 19. yüzyıldan kalma gururlu ama sevdiği için her şeyi yapacak mağrur bir prensin Pemberley'den kalkıp beni bulmaya geleceğini ve beni bulacağını mı sanıyordum.:)) Fakat  belli bir süreden sonra, gerçek dünya denilen olgunun ne yazık ki öyle olmadığını geç de olsa anlamış bulunmaktayım. Charming ölmüş de ağlayanımız yok hesabı:)) Mr. Darcy hayallerim de yıllar önce okyanusların derin sularına gömüldü zaten. Aslında, Jane Austen'ın hiç evlenmediğini de hesaba katarsak yazmış olduğu kitaptaki karakterlerin o dönemde bile olmadığını hepsinin Jane Austen'ın hayal ettiğini düşünmekteyim arada sırada. Hayır yanlışım varsa beni düzeltin:)) Bu kitap aslında benim de Jane Austen'a neden bu kadar bağlı olduğumu da sorgulamaya itti:))

Kitabı okurken çok eğlendim. Konusuna gelince bir üniversitede ingiliz edebiyatı ve jane austen üzerine çalışan Emma'nın kocasını asistanıyla yakalaması ve okulla bağının kesilmesinin ardından İngiltereye Jane Austen'a hayatını mahvettiği için hesap sormaya gelmesiyle başlar. Kitapta Jane Austen ile bilgileri okurken çok eğlendim. Jane Austen kitaplarındaki gibi balolara gitmeyi ve dans etmeyi çok severmiş. O dönemde kızların ileri tahsil yapmalarına izin verilmemesine rağmen Jane'nin kitaplarla ömür geçirmesi ve bunu yazarlığa dökmesi gerçekten çok muhteşem bir durum diye düşünüyorum. Kız kardeşiyle olan yakın ilişkisi hemen hemen her kitapta kendisini hissetirmiş olduğunu birçoğumuz bilir. Aşk ve Gurur'da Jane ve Elizabeth, Akıl ve Tutku'da Marianne ve Elinor gibi. Emma çıkmış olduğu bu yolculukta yıllardır yakınında olan ona her daim destek olan arkadaşı Adam ile  ilişkilerini sorgulamaya  ve Jane Austen'a bağlı gizli bir derneğin de istedikleri işleri bir taraftan yürütmeye başlar. Gizli dernekle kurmuş olduğu  bu iletişimden sonra hem Jane Austen'ı küllerinden yeniden doğmasına izin verir hem de kendini ve çevresini daha iyi gözlemlemeye başlar. Jane Austen'ın kitaplarında geçen mekanlara yolculuk eder ve orada hangi duyguyla bunları yazdığını düşünmeye başlar. Kitap da özellikle Mr. Darcy, Mr.Willoughby, Mr. Knightly karakterleri üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.  Kısacası, kitabı okurken çok eğlendim. Jane Austen'ın hemen hemen bütün kitaplarını okumuş kişilerin okumasını tavsiye ederim. Çok zevk alacağınıza eminim. İyi okumalar.

Sevgiler:)

6 Ocak 2013 Pazar

Yeni Yıl


Merhabalar, aslında bu biraz gecikmiş bir post oldu. Fakat 20 gündür annemin sağlık problemleriyle ilgileniyordum ve moralim hiç değildi ve 2013'e kafamız dalgın ne olacak diye girdik ama yeni yıl bize uğurlu geldi ve annemin ameliyatı da sonuçları da olumlu çıktı ve yüzümüz yeniden gülmeye başladı. Her şeyin başı sağlık gibi klişe bir laf etmek istemiyorum ama gerçekten öyleymiş bunu yaşayarak öğrendik. Herkesin sağlığı yerinde olsun, allah kimseye dermansız hastalık vermesin diyorum. 

Bloggerlar arasında  düzenlenen Yeni yıl etkinliğine bu yıl ben de katıldım. Banu bu yıl organizasyonu üstlenen kişi oldu ve benim de haberim onun sayesinde oldu. Kendisine tekrardan teşekkürler. İlkokula giderken annemle birlikte yılbaşında, bayramlarda Antalya'daki akrabalarımıza tebrik kartları gönderirdik. Yani ben yazardım annem bu konuda hem bana yardımcı olur hem de posta işini üstlenirdi. Yıllar sonra yılbaşı kartı organizasyonuna katılmak, kartların iki gün arayla gelmesi bir hayli heyecanlıydı fakat ben bu heyecanı yeni yeni yaşamaya başladım desem aslında daha doğru olur. Çünkü 20 gündür hayattan kopuk bir halde yaşıyordum. O yüzden birçok blogger'a kart  gönderemedim. Buradan tekrar özür dilerim. Kartlar inanılmaz güzeldi. Ayrıca süpriz hediyler de ayrı güzeldi. Beni tanıyan herkes kitaplara, kupa tarzı bardaklara, çikalotaya ve içinde baykuş geçen her şeye karşı sevdalı olduğumu bilir:) Bu yıl baykuşlu hediyelerin ikisi Halam'dan geldi. Kendisi bana baykuşlu kumbara ve çorap almış. Buradan ona da tesekkür etmek istiyorum. Kupa'yı da gördüğüm anda vuruldum ve kendime hediye olarak alıverdim:). Yılbaşı kurabiyelerim de annemin arkadaşlarından Burcu'ya ait. Ona da buradan teşekkür etmek isterim. Gelelim kartpostallara;  Sevgili  Banu, Mina, Seda, Yasemen, Hazan, Hatice, Eda, Elif- Ceren- Gülçin, Özlem ve Mine'ye sonsuz teşekkürler. Bunun yanı sıra 1 kart daha var ama gönderen kişinin adı yazmıyordu. Kendisini de çok teşekkür ederim.

Yeni Yıl herkese ilk başta sağlık, huzur, mutluluk, iş, para ve aşk getirsin. Kitaplarımız eksilmesin artsın ve bu etkinlikte yer alan bloggerlar bir araya gelsin:) görüşme imkanı bulsun diyorum. 2013 hepimize aydınlık, huzur ve barış getirsin. Dileklerimiz kabul olsun. 

Sevgiler

Merve