29 Ekim 2012 Pazartesi

Koleksiyoncu/ John Fowles


Merhabalar, bu aralar kitap okuma okusunda biraz kötüyüm. Bitiremediğim sayısını unuttuğum kitaplarım; kütüphanemdem, masamdan ve başucumun üzerinden bana göz kırpmaktalar. Bunlardan sonuncusu da Koleksiyoncu adlı kitaptı. Kendisi kitaplığıma teşrif edeli nereyse 6 ay oluyor. İki senedir aklımda olan kitabı geçtiğimiz günlerde okuyarak son noktayı koydum. Bu kitabı Sevgili Banu  okumam konusunda ısrar etmişti. Kendisi okumuş ve çok etkilenmişti. Kitabı okuyamaya başladığımda dilinin kurgusunun bir hayli yerinde olduğunu gördüm ama konusu açıkcası başlarda beni biraz sıktı. Kitap benim için Miranda'nın ağzından anlatılmaya başlanmasıyla çekilir bir hale geldi. Bu bölümde yazar vermek istediği mesajları Miranda'nın hayata bakış açısı üzerinden vermeye çalışmakta ve kızın yaşadığı bunalımı gözler önüne sermekte. Birçok yazarı ve ressamı da kitabın içinde buluşturması bir hayli güzeldi.

Kitabın konusuna gelince; Vergi dairesinde çalışan Clegg adında asosyal bir kişinin, tek taraflı platonik aşkı Miranda adlı resim öğrencisini kaçırmasıyla başlıyor. Aslında bundan öncesi de var. Clegg bu kaçırma işlemini bahisten kazanmış olduğu parayla şehrin dışında 1600 yıllardan kalma bir evi satın alıp içini restore etmesinden sonra kızı kaçırıyor ve bu evin mahzenine hapsediyor. Kitap da Stockholm sendromu durumuyla ne yazik ki karşılamamaktayız. Aksine kızın kaçmak için girdiği türlü oyunları okumaktayız. Clegg, Miranda'ya asla zarar vermediğini düşünse de kızda açmış olduğu ruhsal yaraların buna bağlı olarak bedensel hastalıkları fark etmemektedir. Kızın ömür boyu onunla yaşacağını eğer kız onu bırakıp giderse onsuz yaşayamayacağını düşünür. Aynı zamanda kızı serbest bırakırsa kendisini suçlayacağını ve bu konuda yargılanmak istemediğini de kitap boyunca okumaktayız. Clegg gibi duygularnı ifade edemeyen, assosyal bir insanın yapmış olduğu bu davranış aslında psikolojik olarak rahatsız olduğunu göstermektedir. Miranda'ya olan tutkusu, aşkı ve onu kaybetme korkusu Clegg'i işin işinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Kelebek koleksiyonculuğu yapan Clegg'in Miranda'yı da bir kelebek misali koleksiyonları arasına kattığını kitabın çarpıcı sonunuyla bir kere daha anlamaktayız. John Fowles'ın ilk kitabı olan Koleksiyoncu, aslında birçok şeyi sorgulamamıza da neden oluyor. İnsan ruhunun karmaşıklığını da gözler önüne sermektedir. Kitap'da en sevdiğim bölüm Miranda'nın kendi ağzından anlatmış olduğu bölümlerdi. Kitabın sonu da bir hayli çarpıcıydı. Bu kitabın filmini de bir ara izlemeyi düşünüyorum. Herkese iyi okumalar. Sevgilerimle

Bellanomisma