28 Haziran 2012 Perşembe

Yeni Kitaplara Başlamak

Merhabalar, yeni bir kitaba başlamak hatta kitaplara başlamak demek daha dogru olur. Bunun hazzını yaşamak benim için en güzel duygulardan biri. Elimde okuyacağım o kadar kitap var ki, hangisinden başlayayım bir türlü karar veremedim. İki tanesinde karar kıldım hatta başladım. Üçüncüsü konusunda karar veremedim. Ben genellikle 3 kitabı bir arada okuduğum için, tek kitap beni kesmiyor. Birinci kitap Strakis Tsirkas'ın üçleme serisinden birincisi olan Kudüs adlı kitap, ikincisi Thomas Hardy'in Çılgın Kalabaklıktan Uzak, bu kitabın ismine bayılıyorum, aslında şu an ki ruh halimi en iyi yansıtan kitaplardan. Ben de alıp başımı gitsem, herkesten her şeyden uzağa..... Üçüncü kitap konusunda ise kararsız kaldım. Charles Dickens'ın Wilkie Collins'ten etkilenerek yazıp sonunu getiremediği kitabı Edward Drood'un Gizemi ile Haruki Murakami'nin İmkansızın Şarkısı adlı kitabı arasında kaldım:) Sizin öneriniz hangisi:)

23 Haziran 2012 Cumartesi

J. M. Coetzee/ Utanç

Güney Afrikalı yazar Coetzee'nin Utanç adlı kitabı bu yıl en çok okumak istediğim kitaplar arasında yer almaktaydı. Kitap klubumuzde geçtiğimiz aylarda Güney Afrika ayında Coetzee'nin herhangi bir kitabını okumayı talep etmiştim. Fakat başka bir yazarın kitabını seçtik ve okuduk. Seçtiğimiz kitabın kötü çıkması sonucunda Coetzee'ye olan ilgim daha da arttı. 

Güney Afrika edebiyatı  yazarları arasında Coetzee, Nadine Gordimer, Dorris Lessing gibi yazarlar önemli bir yer tutmaktadır.  Bu yazarlar Güney Afrikanın sorunlarına yer vererek oranın kültürünü, halkını ve yaşam biçimi hakkında bize bilgiler vermektedirler. Şunu biliyoruz ki her ülkenin edebiyatı kendi içinde farklı kültürleri barındırmaktadır. Aslında edebiyatı bu yuzden seviyorum. Özellikle romanlar ülkelerin kültürlerini yansıtmak konusunda en önemli yapı taşlarından biri. Şehirlerin arka sokaklarında dolaşmak, bir döneme tanıklık etmek, yaşanan sorunları görebilmek,sosyal olgulara parmak basabilmek, eleştirebilmek, düşünebilmek, tartışabilmek bunların hepsini roman kavramı içerisinde bulmak mümkün. Bu kitapta da Güney Afrika'da yaşayan beyazlar ile siyahların yaşam biçimleri gözler önüne serilmektedir.

Kitabın konusu Cape Town'da hayatını sürdüren, Üniversite'de hoca olan David Lurie'nin öğrecisiyle yaşamış olduğu cinsel ilişkiden sonra gelişen bir dizi olaylar zincirinden oluşmaktadır. Kızı yaşında olan olan öğrencisiyle yaşamış olduğu ilişkinin ortaya çıkması ve Üniversite tarafından kendisine açılan soruşturma sonucunda okuldan ayrılan Lurie kentten bir nevi kaçarak, kızı Lucy'nin bulunduğu köye gitmeye karar verir. Burada her şeyden uzakta  hayatı ile ilgili kararlar alacakken kendini bir dizi olayın içinde bulur. Öğrencisi Melanie ile yaşadığı ilişkiden pişmanlık duymayan David, kızının başına gelen hadiselerden sonra utanç duymaya başlar. Melanie ile yaşadıgı şeyin sadece kendi arzuları sonucunda yaşanmış olduğunu, kızın aslında sadece kendisi istediği diye birlikte oldugunu ve ona teslim olduğunu kabul eder. Kızının başına gelen üzücü hadiseden sonra bir baba olarak olaylara bakan David, kendi utançını ve kızının utancını içinde hisseder ve bu utanç aslında onu çaresiz bırakır. Siyahlar ile beyazlar arasında mücadeleye ve toplumun yapısına da parmak basan yazar, bu durumu içten içe eleştirmekten de geri kalmaz. Yazarın dili konusunda ise şunu söyleyebilirim. Gerçekten çok sade ve edebi açıdan zevk alacağız bir anlatım dili var. Çeviri konusunda da sevgili İknur Özdemir'i de tebrik etmek lazım. Kitabın başlarını okuduğunuzda cinsellik üzerine yazılmış bir kitap izlenimi verse de asıl kırılma noktası David'in okuldan ayrılıp, kızı Lucy'nin yanına gitmesinden sonra başlamaktadır. Ayrıca İngiliz Şair Lord Byron'un hayatına dair izlerin olması da kitaba ayrı bir tat vermektedir.

21 Haziran 2012 Perşembe

Aşktan ve Gölgeden /Isabel Allende


Merhabalar, bu ay kitap klubumuz Isabel Allende'nin Aşk ve Gölgeden adlı kitabını tartışmak için bir araya geldi. Bu kitap aslında benimde kitap klubune yeniden dönüş yaptıgım kitaptı. Tezimden dolayı son üç ay düzenli katılamıyordum. Dönüşümün bu kitapla olmasına çok mutlu oldum. Önceden hiç Allende okumamıştım ama çok istiyordum. Bu da benim için bulunmaz bir fırsat oldu. Benim için Güney Amerika edebiyatı, İngiliz Edebiyatından sonra ikinci sırada gelmektedir. Ekipteki arkadaşlarla birlikte Güney Amerika'nın büyük isimleri arasından Allende'yi oyladık. Borges'i  ve Marquez'i biraz harcadık ama olsun. Eminim ki ekiptekiler bu yaz Allende'nin bir kitabını daha okuyacaklardır.

Kitabın konusuna gelince, Şili'nin siyasal ortamı içinde filizlenen bir aşkın hikayesi aslında. Gazeteci bir kızla, ona yardımcı olan fotografçı çocugun birbirlerine duydukları aşkın anlatıldığı kitapta arka planda Şili'deki askeri baskının gerçekleri tüm çıplaklığı ile bizlere sunuluyor. Pinochet'in uyguladığı askeri diktanın toplum üzerinde etkisi karşısında yer yer sinirlenip yer yerde üzüldüğünüz anlar olmadı değil. Allende'nin dilinin güzelliği kitabı elinize aldığınız ilk andan itibaren kendine çekiyor. Kitabın kurgusu olsun, konusu olsun her şey sağlam temeller üzerine atılmış. Karakter analizlerini çok doğru bir şekilde yapan yazar, karakterler arasındaki geçişlerini okuyucuyu sıkmaktan kaygan bir zemin şeklinde sunuyor. Birbirinden farklı karakterleri bir araya getiren yazar her karakterinde sosyal bir olguyu, dönemin acılarını gözler önüne sunarken, kişiler üzerinden Pinochet Devrimini de isim vermeden eleştirmekten geri durmuyor. Okumanızı tavsiye eder, Yılın bu en uzun gününde kitapsız kalmamanızı temenni ederim.


Bellanomisma

11 Haziran 2012 Pazartesi

Kitap Klubümüzün Yeni Döneminde yaptığımız Yenilikler.



Merhabalar, iki yıl önce kurduğumuz kitap klubümüz yeni üyeleri ve yenilikleriyle tam gaz devam ediyor. Aslında 6 kişi olarak başladık. Sonra 4 kişi kaldık. Bu sene ise sayımız 9 kişiye çıktı:) Artması dileğiyle. Geçen sene düzenli olarak toplanamıyorduk. Hep bir aksilik oluyordu. Fakat bu sene hemen hemen her ay bir araya geliyoruz. Okuduğumuz kitabı tartışıyoruz. Bizimle bu konuda dalga geçenler çok oldu. Hatta bazıları oturup kitabı aynı mekanda yan yana okudugumuzu düşünmüşler.  Bazılarına çok saçma geldi. Amacımız her ay ortak bir kitap belirleyip okumak, sonra bir araya gelip tartışmak. Gruptaki herkes farklı mesleklerden gelmekte, mühendis, doktor, arkeolog, iktisatçı, öğretmen, mimar. Hepimizin ortak noktası edebiyat:) Okuma kriterlerimizin arasında edebiyatı  derinlemesine hissettiğimiz  her kitabı okumak gelmekte, Yeter ki popüler ya da çok satan olmasın:) Ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Bu yıl herkes kendine bir ülke seçti. Benim ülkem İngiltereydi ve Virginia Woolf okuduk. Mesela bu ay İtalya ayındayız. Geçen ay Güney Amerikaydı. Ülkeyi alan kişi önde gelen romancıları ve kitapları bize sunuyor ve oy birliği ile kitabımızı seçiyoruz. Seneye için farklı bir uygulamaya geçtik. Bu sene sadece 1 tane türk yazar okuyabildik:) Eylül ayında olacak olan yeni sezonumuzu türk yazarla açacağız. Yine herkes kendine bir ay seçecek. Okunmayan  kenarda köşede kalmış ya da okunması gereken türk yazarların kitaplarını okuyacağız. Kendi dilimizin keyfine varmak istediğimiz bu yeni sezonda bakalım bizi ne süprizler bekliyor olacak. Sizin bu konuda bize önerebileceğiniz kitaplar var mı? Eski yeni fark etmez. Biz ne olsa okuyacağız.

2 Haziran 2012 Cumartesi

Sultanı Öldürmek - Ahmet Ümit



Merhabalar, sonunda bu kitabı bitirebildim. İlk çıktığı zaman aldım, sanırım Nisan ortalarıydı. Fakat o tarihler tezimin en yogun ve hatta çalışmama nokta koyacağım döneme denk geliyordu. O yüzden otobüste, trende, vapurda hatta dışarda yürürken okuyordum:)) hatta birkaç kez düşme tehlikesi geçirdim:) Tez biter bitmez kaldığım yerden yeniden başladım:) Ahmet Ümit'in kitaplarını çok severim. Agatha Christie romanlarının meşhur dedektifi Hercule Poirot, Ahmet Ümit'in kitaplarında Nevzat Başkomiser'e denk gelir:) Yine muhteşem üçlü Nevzat Komiser, Ali ve Zeynep'i bu kitapta da görmekteyiz. Ama bu sefer bu üçlü biraz arka planda yer almakta. Kitabın sonunu biraz farklı bekliyordum. Biraz şaşırdım desem yeridir. Hatta biraz sönük gibi geldi ama genel olarak kitabı çok begendim. Bir Arkeolog ve Eskiçağ Tarihçisi olarak  şunu söyleyebilirim ki polisiye ve popüler tarih kitaplarında rastlanmayan bir özelliği sahip kitap. O da sorgulamaya dayalı bir tarih bilinci:) Aslında okuyan herkese de yazar bunu göstermeye çalışıyor. Sorgulamak. Tarihi sorgulamak, sorular sormak ve araştırmak. Şu sözü çok severim biraz klişe olacak ama "geçmişini bilmeyen, geleceğine de bakamaz". Tarih aslında meraktır, araştırmaktır ve sorgulamaktır. Belgelerle olanı yorumlayabilmek ve düşünmektedir. Aslında bu kitapta Ahmet Ümit bir tarihçi gibi araştırma yapıyor, dedektif gibi iz sürüyor. Dünya Tarihine damga vurmuş bir sultan olan Fatih Sultan Mehmet'i anlatması da bir o kadar güzel. Yaşadığımız bu toprakların tarihini bilmeyen o kadar insan var ki, en azından bu tarz kitaplarla insanlar tarihimizi ögreniyor. Bu konuda açıkcası çok mutluyum.

Kitabın konusu Fatih Sultan Mehmet'in 12 yaşında tahta çıkışı, sonra indirilişi ve ikinci kez tahta çıkışı ve  İstanbul'un fethine kadar süre gelen olaylar zinciridir. Tabi yazarın her kitabında oldugu gibi bir cinayet ve bunu çözmeye çalışan Başkomiser Nevzat ve arkadaşları var. Kitabta Fatih Sultan Mehmet'in ölüm nedeniyle ilgili sorular sorulmaktadır. Eceliyle mi öldü? yoksa zehirlenerek mi? Sanırım her imparatorlukta kralların, hünkarların başına gelen bir durum. Entrikalar, zehirlenmeler tabi bu tam olarak bilinmiyor. Çünkü bununla ilgili elimizde bir kanıt bulunmamakta. Bu kitabı okurken fetihle ilgili bayaga bilgim oldu. Aslında bize anlatılanlardan ne kadar farklı oldugunu gördüm. Ulubatlı Hasan adlı bir karakter olmadıgını ve Fatih Sultan Mehmet'in babasına yazdığı söylenen şu unlu mektubun aslında olmadıgını ögrendim. 12 yaşında tahtı için mücadele eden güçlü bir hünkarın oldugunu gördüm. Kitapla ilgili daha fazla detay vermek istemiyorum. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. İyi okumalar. Sevgilerrr