25 Aralık 2010 Cumartesi
2010 yılına veda ederken
19 Aralık 2010 Pazar
Son zamanlarda okumaya çalıştıklarım:)
4 Aralık 2010 Cumartesi
Aşk üzerine bir Mim.
Takip ettiğim bloglardan biri de Kitap Kurdu, bu aralar ne okumuş diye girip baktığımda kendisinin de başka bir blogtan aldığı Aşk ile ilgili düşüncelerini yazdığını gördüm. Mim'in konusu aşk, bunun üzerine Bende Mimlendim:) Vee buraya Aşk ile ilgili duygu ve düşüncelerimi yazmak istedim:)
28 Kasım 2010 Pazar
Doğum Günüm:)
21 Kasım 2010 Pazar
Bayrammmm Tatilinin Ardından
27 Ekim 2010 Çarşamba
Sislerin ardında Güzel İstanbul
21 Ekim 2010 Perşembe
Keşke Gerçek Olsa, Sizi Tekrardan Görmek- Marc Levy
15 Ekim 2010 Cuma
Erasmus konusu gündemde:)
Konuyu ilk aileme açtım. Ailem ilk başta doğal olarak soru yağmuruna tuttular ama sonra geleceğime katkı sağlayacağı için onayı verdiler. Yani diretmediler:) Geriye danışmam gereken mesleki büyüklerim kalıyordu. Onlardan da hiç ummadığım kadar ilgi ve destek gördüm. Şaşırmamın nedeni, bu yıl kaynak taramasıyla geçecek ve seneye adam akıllı bir şeyler çıkartamaya başlayacağız. Bu altı aylık sürecin tezimi olumsuz etkilemesini açıkcası istemiyorum. Ama onlar ne olursa olsun, Yurt dışına çıkmamı ve bu tecrübeyi yaşamamı söylediler. Buradan destekleyen herkese çok tesekkür ediyorum.
Asıl önemli konu ise İngilizce sınavı. Not ortamam tutuyor hatta geçiyor bile:) ama dil tabiki büyük bir sorun. Sınava kadar ingilizceyi yogun bir program ayarlayarak çalışacağım. Bu konuda da arkadaşlarım ve aile dostlarımdan yardımlar alacağım. Sanırım herkes bu işin olması için hem fikir. Umarım bu sınavı geçebilirim. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum:)
13 Ekim 2010 Çarşamba
istanbul kitap fuari 2010
Muz Sesleri-Ece Temelkuran
5 Ekim 2010 Salı
Prenses ve Kurbağa
Kingdom of Heaven- Cennetin Krallığı
2 Ekim 2010 Cumartesi
Legend Of The Seeker- Arayıcı'nın Efsanesi
26 Eylül 2010 Pazar
Ars Longa, Vita Brevis (Sanat Uzun, Hayat Kısa) Livaneli

" Doğru olan her formül, içinde mutlaka estetik değer barındırır" Livaneli, s:141.
"2O. yüzyıl insanlık tarihi boyunca hatırlanacak bu toplu katliamdaki amaç kitleseldi. 21 . yüzyıl kitleselliğe değil, bireye vurgu yapan bir çağ oluyor" Livaneli, s: 165.
"20. yüzyıl ne kadar bir toplumsallaşma, kitleselleşme çağıysa, 21. yüzyıl da o kadar bireyselleşme yüzyılı". Livaneli, s:166.
25 Eylül 2010 Cumartesi
Yeni Kitaplar
Big Fish- Büyük Balık

Tim Burton filmlerini çok severim. Genelde filmlerinde gotik karakterlere rastlamanız mümkün. Size Tim Burton'ın en sevdiğim filmlerinden biri olan Big Fish adlı filmi önermek istiyorum. Tim Burton filmlerini izleyenler bilir. Filmlerinin konuları farklı olsa da film başladığında kesinlikle bu Tim Burton filmi dersiniz. Film eleştirmenleri, film için ” Modern bir Oz Büyücüsü Masalı” yorumunu yapmışlardır. Filmin konusu ise; Edward Bloom adında bir adamın hayat hikayesini anlatmaktadır. Edward Bloom ‘un son zamanlarıyla başlayan film, yaşlı adamın etrafındakilere gençlik dönemini ve yaşadıklarını masalsı bir tatla anlatmasıyla, o yıllara dönülmekte ve görsel bir şölen başlamaktadır. Çünkü Edward Bloom yaşadığı her şeyi abartarak ve olduğundan çok daha renkli anlatmaktadır. Bu durum oğlu William’ı sıkmakta ve babasını bir türlü anlamamaktadır. Edward Bloom kendini nehirde yaşayan ve bir türlü yakalanamayn Büyük bir balık olarak görmektedir. Öldükten sonra nehirde balık olacağını ve hayatını bu şekilde devam edeceğini düşünmektedir. Yıllar boyu anlatmış olduğu hikayelerden sıkılan oğlu, anlatmış olduğu her şeyin onun hayal ürünü olduğunu düşünmektedir. Taa ki babası ölüm döşeğine düşünceye kadar. İçinde felsefe ve hayata dair mesajlar bulunan bu filmi herkese tavsiye ediyorum.
“Nehirde büyük bir balık olabilirsiniz, fakat denizde küçük bir balıksınızdır”.
Yahşi Batı

Merhabalar, Bundan birkaç ay önce bir pazar gecesi ailece “yahşi batı” adlı filmi izledik. Filmi izlerken bir ara gülmekten nefes alamadığımızı belirtmek isterim. Filmde argo espiriler olmasının yanında, zekice işlenmiş esprilerde vardı. Birçok tanıdığım bu filmle ilgili değişik yorumlarda bulunmuşlardı. Bazıları filmi överken, bazıları çok sıradan olduğunu söylediler. Açıkcası bende bu nedenden dolayı filmi bu kadar geç izledim. Gülmekten keyif alanlar için bu filmi izlemenizi öneririm.
Film Lemi Bey ile Aziz Bey’in Amerika’ya Osmanlı padişahının hediyesini götürmesiyle başlar. Yolda başlarına bir dizi felaket gelen bu iki elçinin, Amerikan başkanına verilecek olan elmas hediyeyi eşkiyalara kaptırmalarının ardından, elması geri almanın yollarını alırlar. Amerikan rüyası üzerine yapılan ince espriler açısından izlenmeye değer. Kola’nın bile Türkler tarafından ilk kez bulunduğunu, Amerikalılar’ın bizden çaldıklarını bile iddia eden bu iki Bey, kılıktan kılığa girerek, yaşadıkları maceralarla izleyici güldürmekten bir hal alırlar. Cem Yılmaz’ın oyunculuğunun yanı sıra Demet Evgar’ın oyunculuğu da her zamanki gibi muhteşem. İyi Seyirler.10 Eylül 2010 Cuma
Letters To Juliet

Sophie bir gün Verona sokaklarında dolanırken, Juliet'nin evinin önünden geçer. Kalbi kırık, çaresiz, hasta ve bunun gibi birçok sorunu olan kadınlar, Juliet'e mektup yazar ve Juliet'in sekreterleri yazılan bu mektuplara cevap yazarlar. Sophie bundan çok etkilenir ve mektupları toplamalarına yardım ederken birden bir taş düşer ve onun arkasından tam 50 yıl önce yazılmış bir mektubu bulur. Sophie bu mektuba cevap vermeye karar verir. Mektup sahibine ulaşır ve Verona'ya gelir. Hikaye asıl bundan sonra başlamaktadır. Ben izlerken çok keyif aldım. Aşk her yerde, her yaşta aşk. İyi seyirler.
4 Eylül 2010 Cumartesi
Kitap Toplantısı:)
29 Ağustos 2010 Pazar
Eat, Pray, Love- Ye, Dua Et, Sev

Kitabı geçen hafta aldım, fakat bugün bitirebildim. Çünkü geçen hafta çok yoğundum. Kitabın yeni kapaklı olanından aldım. Yeni kapakta Julia Roberts ve Javier Bardem'in fotosu var. Çünkü bu kitabın filmi de çekildi ve bu ay Amerika'da gösterime girdi. Bizde ise Ekim ayında vizyona gelecek. Kitabın fragmanını da izledim, çok beğendim.
Kitabın konusuna gelince; New york'ta yaşayan evli bir kadının, hayatında bazı şeylerin istediği gibi gitmemesinden ve bazı şeylerin tam olmamasından ve istediği hayatın bu olmadığından sikayet ederek, yaşamını değiştirmeye karar vermesiyle başlar. Eşinden boşanır, bu arada kendine bir sevgili bulur ve boşanma yüzünden elinde ne var ne yok kaybeder. Büyük bir bunalımdan kurtulmak için yolculuga çıkmaya karar verir. İlk durak İtalya'dır. Çünkü İtalyanca öğrenmek istemektedir. 3 ay burada kalır, İtalyan kültürüne alışır, yemeklerine bayılır ve tabi sonuç olarak kilo alır. İkinci durak Hindistan'dır. Aşram'a gider ve orada meditasyon nasıl yapılır onu öğrenir. Gurunun yardımıyla kendi iç dünyasına doğru yolculuk yapar ve ruhunu nasıl dinlendirebileceğini ve iç dünyasını keşfetmeyi öğrenir. Burada da 4 ay kalır. Sonraki durak Endonezya'dır. Bundan tam bir yıl önce buraya bir iş için geldiğinde kendisinin el falına bakan Şifacının dedikleri şimdiye kadar çıktığından, tekrardan şifacıyı görmeye gider. Onu bulur ve arkadaş olur. Endonezya'da hayatının aşkını bulur. Ve Hindistan'da arındırdığı ruhunu, Endonezya'da aşka bırakır:) Kitabı okurken çok eğlendim. Size de tavsiye ederim. Sevgiler
28 Ağustos 2010 Cumartesi
Just Like Heaven- Cennet gibi

Film, Bekar, yoğun bir iş temposuna kendi kaptırmış Doktor Elizabeth ile başlar. David ise yalnızları oynayan ve bunalımlı bir karakterdir. Elizabeth ile yolları, Elizabeth'nin dairesini kiralaması ve bir gece Elizabeth'i karşısında görmesiyle başlar. Elizabeth, David'i Hırsız, David Elizabeth'i ruh hastası sanır. Trajikomik bir film olan Cennet Gibi, güzel kurgusuyla izleyici ekrana bağlıyor. Duygusal, komik hafif mistik bir konusu olan Cennet gibi izlenmeye değer diyorum. Fazla ayrıntı vermek istemiyorum. Filmin sihrini bozulmasın:)
27 Ağustos 2010 Cuma
Kate&Leopold- Büyülü Çift

Film, Kate'nin üst komşusu aynı zamanda eski sevgilisinin zamanda bir kapı bulup 19 yüzyıl New york'una gitmesiyle başlar. Leopold, farklı bir yüzyıldan gelen bu adamı fark eder ve onu takip eder. Takip etmesi sonucu ikisi kendini günümüz New York'unda bulur:) Film asıl bundan sonra başlar. Birbirleriyle vakit geçirmeye başlayan çift birbirine aşık olurlar. Fakat sorun hangisinin hangi yüzyılda yaşamaya karar verecek olmasıdır. Film, günümüzde eşi benzeri olmayan bir aşk hikayesi:) İyi seyirler
21 Ağustos 2010 Cumartesi
Oya Baydar ve Kitapları

Oya Baydar'ın kitaplarından çok şey öğrendim. Çünkü kitaplarının hepsinde sosyal bir olguya yer vermektedir. Kitabı bitirip kapattığınızda hem çok şey öğrenmiş olursunuz hem de olaylara başka bir pencereden bakmanızı sağlar. İlk okuduğum kitap Erguvan Kapısı'ydı. Bu kitabı çok sevdim. İçinde birçok şey anlatıyordu. Yakın geçmişimiz, tarihi mekanlar, ve en önemlisi toplumsal sorunlara parmak basıyordu. Bu kitabı bitirdikten hemen sonra Sıcak Külleri Kaldı adlı romanına başladım. Kitabın 3 sayfasında, bu kitabın aslında Erguvan Kapısı adlı kitabın ilk kitabı olduğunu gördüm. Karakterler aynıydı. Konu aynıydı. Sadece dönem farklıydı. İlk kitapta 70'li yıllar anlatılırken, ikinci kitapta 80'li yıllar ve günümüz anlatılmaktaydı. Erguvan Kapısını okurken, bazı yerlerdeki ayrıntılar, Sıcak Külleri Kaldı adlı kitapta gün ışığına çıkıyordu. Aslında ilk önce ikinci kitabı okumaktan memnunum, çünkü kitabı çok daha gizemli okumama neden oldu. Sıcak Külleri Kaldı kitabının ismini çok beğenmiştim. Bir aşktan geriye avuçlarınızda ne kalabilir Sıcak Küllerden başka... Tabi ki bu kitap sadece bir aşk romanı değil, idealleri uğruna can veren gençler, bir dönemin gençleri, aşkları ve toplumsal sorunları iç içe güzelce anlatılmaktadır.
Yazarın en çok sevdiğim kitabı ise Kayıp Söz'dür. Kayıp Söz aslında şu an içinde bulunduğumuz toplumun sorunlarını ele alıyor. Doğu- Batı ekseninde geçen kitapta, töre, cinayetler ve Kürt- Türk sorunlarını iç içe anlatmaktadır. Kitap gerçekten çok güzel kurgulanmış ve bir solukta okuma olanağı sağlamaktadır.
Kedi Mektupları ve Hiçbir yere dönüş adlı iki kitabı ise 70 ve 80 darbelerinde işkence görmüş, acı çekmiş insanlarını konu ediyor. Kedi Mektupları kitabının güzel tarafı, kediler üzerinden kitabın kurgu edilmiş olmasıdır. Arka planda ise kedilerin sahipleri olan yorgun insanlar ele alınmaktadır. Vatanlarından sürgün edilmiş, acı çekmiş insanların hayatlarına değinilmektedir. Hiçbir yere Dönüş kitabı da Berlin duvarının yıkılmasıyla başlayan süreçte, yine devrimcilerin yaşamış oldukları acılar anlatılmaktadır.
Oya Baydar'ın en son okuduğum kitabı ise Çöplüğün Generali adlı romanıydı. Bu kitap inanılmaz değişik geldi. Oya Baydar sanırım biraz tarzını değiştirdi. Bu kitabı okuduğumda çok farklı bir lezzet aldım. Bu kitabında günümüzdeki olaylara parmak basmaktadır. Çok güzel mesajlar içeren kitapta yine söylemeden edemeyeceğim, çok farklı bir tarz yakalamış olduğu kesindi. Türk kadın yazarları arasında çok farklı bir yeri olan Oya Baydar'ın hangi kitabıyla başlasam diyorsanız. Kayıp Söz ile başlayın, zaten onu okuduktan sonra, diğer kitaplarını elinizden düşüremeyeceksiniz. İyi Okumalar
17 Ağustos 2010 Salı
Marian Keyes- Senden Başka Yok
Marian Keyes'in bu kitabı 2 yıldır kitapçılarda gözüme çarpıyor. Hem normal hem de cep boyu olan kitap, kitapçılarda Pasaklı tanrıça ile yan yana koyuyorlar. Bu kitabı almaya bir türlü fırsatım olmadı. Hep bir bahanem oldu. Onun yerine başka kitaplar aldım. En sonunda tamam ben bunu kesin alıyorum dediğim bir zamanda yakın dostum Selmin Abla bana kitabı hediye etti. :) Nedeni ise aramızda kalsın:)
Kitap ilk başta güzel gidiyordu. Sonlara doğru biraz hızımı kaybettim, fazla duygusallaştı ve Chic-lit tarzı kitaplarda bu iç burkan detayları fazla sevmiyorum. Yer yer yine Marian Keyes'in mizah dolu sayfalarına kendinizi kaptırmamanız mümkün değil. Kitabı sevdiniz mi? diye soracak olursanız. Hayır çok beklentimi karşılamadı. Sophie Kinsella'nın Pasaklı Tanrıçası ve Marian Keyes'in Tarot ve Çikolata adlı kitabından çok daha keyif almıştım.
Kitabın konusu, Anna ile Adrian'ın tesadüf sonucu tanışmaları, aşık olmaları ve evlenmelerinin ardından kötü bir süpriz onları beklemektedir. Biraz kitapta P.S I love You kokusu aldım. O filme biraz benziyordu. Belki de film bu kitaptan etkilendi onu tam olarak bilmiyorum. Ama Anna'nın traji komik hikayesinin anlatıldığı kitapta gerçek aşk, sadakat ve özlem konularına değinmektedir. Bir pazar günü boş vaktiniz varsa, okuyabilirsiniz, ama size tavsiyem Pasaklı tanrıçayı alın okuyun. Daha çok eğleneceksiniz:))
14 Ağustos 2010 Cumartesi
Haftasonunu evde geçirmek
Sıcaklarla başa etmenin yollarını ararken birkaç öneri verebilirim. Limonlu naneli soğuk su için, hem ferahlatıyor ve hemde sağlıklı. Soda içmeyi sakın unutmayın. :) İyi tatiller.
13 Ağustos 2010 Cuma
İnci gibi Dişler- Zadie Smith

İnci gibi dişler kitabı bundan 10 yıl önce kitap raflarında yerini almış bir romandır. Piyasaya ilk çıktığı günlerde büyük bir çıkış yakalamış ve birçok ödülün sahibi olmuştur. Yurtdışında yılın en iyi yeni yazarı ve yılın en genç yeteneği gibi ödülleri alan yazar günümüzde de halen birçok kişi tarafından okunmaktadır. Bu kitap yazarın ilk kitabıdır ve yazarın başka kitabı bulunmamaktadır.
İnci gibi dişler kitabını kitabevinde gördüğümde fiyatı biraz tuzluydu. Geçenlerde annemle D&R gezerken kitabı indirimde gördüm ve 7.90 tl’ye aldım. Sizde eğer bu kitabı almak istiyorsanız, D&R’dan almanızı tavsiye ederim.
Kitap İngiltere’de üç aile arasında geçmektedir. Bu üç aile her anlamda birbirinden farklı. Biri Hint kökenlerini yanına alıp, İngiltere’de yaşayan ve ingiliz kültürü altında yok olmaktan korkan ve kendi kültürünü yaşamaya çalışan ve bunu çocuklarına aşılamaya çalışan İkbal ailesi . İkinci aile ise erkeğin İngiliz, zenci genlere sahip Jamaikalı bir kadından oluşan Jones ailesinin bu ülkede yaşam mücadelesi anlatılmaktadır. Üçüncü aile ise diğer iki aileden birçok konuda farklı olan Chalfen ailesi. Eşlerin ikiside akademik kariyer yapmış, zengin, çocuklarıyla mutlu mesut yaşayan ve etrafındaki kişilere yardım eden bir ailedir. Bu ailede kadın ingiliz, adam ise yahudi. Kitapta birbirinden bu kadar farklı üç aileyi konu alan kitapta, hristiyanlık, müslümanlık, yahudilik gibi farklı dinleri ele alırken, bu ailelerin dine bakış açıları bazen eleştirel, bazen de olması gerekenmiş gibi gösterilmektedir. Aileler dinlerini korumaya ve diğer dinin etkisinde kalmamaya özen göstermektedir. Özellikle İkbal ailesinin üyesi olan Samet, birçok şeyi günah sayarken, birçok yerde de nefsine yenik düşerek günaha girer. Kitap bu yönde de eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Dinde her şey yasak mıdır? Dinde baskı olmalı mı? Örneğin Jamaikalı Clara’nın annesi, İrie’nin büyük annesi Yehova Şahidi. Bu konuda kızı Clara’ya birçok konuda baskı uygulamakta ve kızını sürekli sıkıştırmaktadır. Clara en sonunda seçimini annesinden değil tam tersine çılgınca bir hayattan yana kullanır. Aynı şey Samet’in ikinci oğlu Millat’ta olduğu gibi. Dinde baskı olmaması gerektiğini vurgulayan kitapta, baskının sonuçlarını yazar karakterler üzerinde göstermeye çalışmıştır.
Kitap bunun dışında başka güzel mesajları içinde barındıran bir kitap. Bir kişi kendi doğup büyüdüğü kendi kültüründen uzaklarda bir başka ülkede yaşadığı zaman, oraya ne kadar uyum sağlar, karşı kültür onun kültürüne ne kadar saygı duyar ve onu benimseye çalışır. Kültürlerin başka ülkelerde yaşamış olduğu sıkıntıları kara bir mizah ile kitapta anlatılmaktadır. Jones’ların Kızı İrie’nin annesi tarafından almış olduğu zenci genleri yüzünden yaşamış olduğu sorunlar, İkbal ailesinin ikizlerinden biri olan Millat’ın kendi müslüman ve hint kültürü ile hristiyanlıkla, ingiliz kültürü arasında sıkışıp kalması ve özentiliğin bir yerden sonra alışkanlığa dönüşmesi ve diğer ailenin bir numaralı oğlu olan Joshua’nın arkadaş edinmede ki sıkıntıları ve uzun yıllar Hindistan'da yaşamış olan Macit'in ailesiyle yaşamış olduğu kültür sorunları da anlatılmaktadır. Bunun yanı sıra İngilizlerin, kendi kültürlerinden olmayan insanlara nasıl davrandıkları ve yapmış oldukları her şeyde bir nedenleri olduklarını ve karşı kültürlere nasıl tepeden baktıkları kitapta yer verilmiştir. Kitap ilk başında okuyunca insanı içine çekiyor ve özellikle sonlara doğru bir dalga gibi kıyıya vuruyor. Siz son bir gayretle sürüne sürüne denize ulaşmaya çabalayıp bu olayı bitirmek istiyorsunuz. Yine de güzel ve eğlenceli bir kitap. İyi okumalar
9 Ağustos 2010 Pazartesi
twilight saga- new moon, eclipse, breaking dawn- Stephenie Meyer
İki senedir edebiyat ve sinema dünyasında büyük yankı uyandıran Stephenie Meyer’in Twilight kitap serisini okuma maceram, bir kız arkadaşımın beni zorla New moon’a götürmesiyle başladı. Çok satanlar rafındaki kitapları okumayı sevmiyorum, tercihte etmiyorum. Bu huyum yüzünden bir çok güzel kitabı sonradan okumak zorunda kalmıştım. Ama, Bestseller olanları hemen hemen hiç okumuyorum. Twilight serisi Alkım’da, Remzi’de vb birçok kitapçıda gözüme çarpıyordu. Fakat Twilight’ın o kapak resmi ve çok satanlar listesinde olması, benim için liste dışı olması için yeterliydi. Bunun dışında birçok arkadaşım sürekli “Edward Cullen” ahhh ve bu benzeri kelimelerle karşıma geçip, sürekli ana karakterin nasıl bir kişilik olduğundan bahsediyorlardı ve bana ” kitabını okumuyorsun bari filmini izle ” diye baskı yapıyorlardı. Ben de inat ettim. Okumayacağım ve izlemeyeceğim. Kitabın konusunu öğrenmek bile istemiyordum. Çok mu büyük konuştum ne?:))
Geçtiğimiz Kasım ayında Twilight’ın ikinci filmi olan “New Moon” gösterime girdi. Ben tabi bunu bilmiyordum. Taa ki arkadaşım beni sabahın köründe arayıp, zorla sinemaya çağırana kadar. Ben halen Yeni ay filminin Twilight serisi oldugundan habersiz Capitol’e gidip biletleri alıncaya kadar. Çünkü arkadaşım Üsküdar’da oturmasına rağmen geç kaldığından, erken gelen ben olduğum için biletleri ben aldım veeee “Allahım bu kader olsa gerek kaçış yok” diyerekten biletleri aldım. Tabi her şeyden habersiz filmi izlemeye girdim. Tek bildiğim Edward’ın vampir, Bella’nın ise insan olmasıydı. Neyse biz filme girdik. Ben tabi vampir deyince aklıma gelen, kan içerler, sarımsak, puttan korkarlar, gece dolaşırlar, tabutta yaşarlar vb. kafamda var. Filmi izliyorum. “Nasıl yani? eee bunlar gündüz dışarı çıkıyorlar”,” Nasıl yani? insan kanı içmiyorlar” ” Yok artık birde güneşte parlıyorlar”. Sürekli arkadaşıma soru sormak zorunda kaldım. Hatta Uğur’un tabiriyle resmen ticky vampilerdi. Sonra Neslihan’a beni bu filme getirdiği ve Sevgili Edward Cullen’la tanıştırdığı için teşekkür ettim. Hatta buradan bir kez daha ediyorum.
O günün akşamı ben kendimi Alkım’da elimde tam 4 adet Twilight serisi kitabını satın alırken buldum. Eve döner dönmez, ilk kitabı o gece bitirdim. New moon’u ertesi gun bitirdim. O gün İzmitten arkadaşım bana yatılı kalmaya geldi. Ben, Nesrin’in yanında çok önemli bir ödevmiş gibi 2 kitabı da bir çırpıda bitirdim. Allahtan Nesrin’de sıkı bir Twilight taraftarı oldugu için beni mazur gördü. Ona da buradan tekrar teşekkür ediyorum. Neyse kitab beni filmden daha çok etkiledi. Çünkü her kitap bir klasiğe gönderme yapılmıştı. İlk kitap Jane Austen’ın Aşk ve Gurur kitabına, ikinci kitap Shakespeare’in Romeo& Juliet’e, üçüncü kitap Emily Bronte’nin Uğultulu Tepelerine gönderme yapılmıştı. Dördüncü kitabı çıkartamadım. Ama en çok ilk kitap ile son kitabı sevdim. Aslında kitap günümüzde sıradanlaşan ilişkileri sorgulamamız için yapılmış bir ironi gibi. Artık bunu vampir yapıyorsa, insan ne yapar dedirtiyor. Ruhu olmayan bir kan emicinin, bu kadar duygusal, bu kadar iyi olması ve aşık olduğu kadını, kendisinden daha çok düşünmesi ve onun için her şeye yapabilmesi, tabiki bütün herkesin gönlünü feth etmesi için yeterli sanırım. Bu Edward hikayesini edebi anlamda yani kitap bağlamında konuştuğum ve eleştirilerde bulunduğumuz Sevgili Selmin Abla’ya da çok tesekkürler, kendisi sayemde kitabı okumadan soğudu. Sevdirmenin yollarını aramaktayım:)) Okumanızı sadece edebi anlamda tavsiye ediyorum.:))
Siddhartha- Hermann Hesse
Alman yazarları arasında çok önemli bir yere sahip olan Hermann Hesse, kitaplarıyla birçok okurun gönlünde taht kurmuştur. Hermann Hesse’nin kitaplarıyla tanışmam 2003 yılına denk gelmektedir. Bu aynı zamanda Üniversiteye girdiğim yıldı. Dünya edebiyatının önemli ve hepsi kendi bölümünde belirli yerlere gelmiş yazarların kitaplarıyla haşır neşir olduğum bu yıllar, edebi alt yapımın şekillenmesini de büyük ölçüde yardımcı oldular.
Üniversite yılları benim için çok sarp ve dikenli yollardan oluşuyordu. Gerek derslerimin ağırlığı, gerek insani ilişkilerimde yaptığım hatalar, yanlış yalan dostluklar ve insanların iğrenç iç yüzlerini görmek vb. yaşadığım bir çok şey, beni edebiyata sığınmama neden olmuştur. İyi ki bu şekilde olmuş. Bu yüzden buradan hayatıma girip bana kazık atan arkadaş dediğim dost dediğim ve şu an arkamda mazi olan herkese sesleniyorum. Size çoook tesekkür ediyorum:))
Siddharta, aslında bir içsel yolculuğun kitabı. Aslında herkesin kitabı. Doğu felsefesini yoğun olarak hissediğildiği bir kitap. Yazıldığı tarihten sonra birçok kitaba esin kaynağı olmuş bir kitap…..
Siddartha, Buddha’nın evden ayrılıp, kendi içsel yolculuğuna çıktığı yaşta evden ayrılması ve kendi içiyle yüzleşmesinin romanı. Aslında o kadar güzel öğretileri varki… Bu kitabı neredeyse 7 yıl önce okumuş olmama rağmen, birçok öğretirisi halen aklımda. İnsan ne kadar karşısındakine öğüt verirse versin, ancak kendi yaşayınca her şeyi anlar ve algılar. Bunun gibi birçok öğretiyi içinde barındıran kitap, insanı okurken kendini sorgulamasına da neden oluyor. Kitabın sonuna doğru, Siddahartha, artık o kadar şeyi aşmış ve geride bırakmıştır ki dalgaların sesini dinlemeyi, onlarla konuşmayı öğrenmiştir. Bu kitabı okuduktan sonra Işık elçileri ve Ferrasini satan bilge adlı vb birçok kitap okudum. Ama hepsinin temelinde bu kitap yatıyordu. Bu kitabı mutlaka okuyun.
Hoşgeldin Ramazan-ı Şerif

Merhabalar, yarın akşam tüm islam alemi Ramazan'a merhaba diyecek. Ramazan bütün yıl çalışan organlarımızın bir ay boyunca dinlemeye çekildiği, kepenkleri indirdiği kutsal bir ay. Ramazan diyince aklıma çocukluğumun geçtiği Fatih gelir. Fatih, İstanbul'da Ramazan'ın etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği bir semttir. Eskiden Ramazan geldiği zaman onunla birlikte şenlik gelirdi evlere, mesela pide eskiden sadece Ramazan ayında çıkardı ve insanlar pide için saatlerce kuyrukta bekler, iftarı da o kuyrukta açmak zorunda kalırlardı. Sahur'a kalkmak bile ne kadar eğlenceliydi. Sahur'a kadar oynanan iskambil ve okey partileri yapılırdı. Sonra şenlikli bir şekilde sahur yemeği yenir ve uykuya gidilirdi. İftar sofraları her zaman en güzel bir şekilde hazırlanırdı. Bizde halen öyledir. Şurası bir gerçekki en çok çeşit hep İftar sofrasında olurdu. Oruçken şunu da alayım, bunu da alayım, iftarda yerim muhabbetlerinden sonra İftar sofrası bir ay boyunca yılın en çeşitli sofrası haline gelirdi. Ramazan diyince aklıma güllaç gelir. Güllaç pastanelerde boy göstermeye başlayınca bilinki Ramazan gelmiş.:)) Güllaç'ın o güzel tadı ve çeşitleri benim için Ramazan'da lezzet duraklarının başında gelir. Güllaç zaten bir Osmanlı geleneğidir. Bir zaman makinesi olsa Osmanlının son dönemlerine ve bir Ramazan ayına gitmek isterdim. Çünkü Osmanlı'da Ramazan şenlikli bir şekilde kutlanırdı. Osmanlı sarayına halktan kişiler hangi dinden olursa olsun iftar açmaya gelirdi. İftarlık dağıtırlardı. Günümüzde artık Ramazan eski şenliğini kaybeder oldu. Kimse Ramazan'ın geldiğinden habersiz gibi. Bazen çocukluğumun Ramazanlarını özler hale geldim. Çünkü çocukken Ramazan demek bir şenlik bir eğlence gibiydi. Şimdi ise artık bu heyecanın günden güne azaldığını görmekteyim. Şimdiden herkese iyi Ramazanlar diliyorum.
4 Ağustos 2010 Çarşamba
Okunacak Kitaplar
1 Ağustos 2010 Pazar
İstanbul Hatırası- Ahmet Ümit

Kitap aslında 7 rakamı üzerine kurulu. İstanbul'un 7 tepesi, 7 sikke, 7 cinayetin anlatıldığı kitapta benim için özel ve güzel bir yanı da nümizmatik alanına yazarın yer vermesidir. Lisans eğitimim boyunca sikke çalışmalarında yer almış olmam, tezimi sikke üzerine yapmam ve şu an Yüksek Lisans tezimde de sikkelere yer verecek olmam kitabı daha dikkatle okumama neden oldu. Kitap gerçekten çok güzel. Her sayfada tarihin arka odalarında gezinirken, Agatha Cristie kitaplarına benzer bir iz sürerek katilin kim olduğunu araştırmak kitabı daha da heyecanlı kılmaktadır. Kitabı okurken, İstanbul'un bilinmeyen yönlerini de görmekteyiz. Kitapta yazarı en takdir ettiğim yönü ise, yazarın insanlara ders vermesi, uyanmalarını ve bilinçlenmelerini sağlamasıdır. Bu kadar güzel bir kentte yaşarken, ona sahip çıkmak yerine, ona zarar vermek ne kadar doğru ? Yazar bu kitapla geniş kitlelere sesini duyararak, İstanbul'un tarihi dokusu ve tarihi yarımada konusunda halkın bilinçlenmesine neden olduğuna inanıyorum. Bir arkeolog olarak ona bu kadar güzel bir kitap yazdığı için sonsuz teşekkürler. İstanbul bizim, ona sahip çıkalım.
22 Temmuz 2010 Perşembe
Tarçın Kokulu Kız- Jorge Amado

Bu eseri kitap klubu olarak, Temmuz ayı için okuduk, halen aramızda okuyanlar vardır. Bu kitabı ben önerdiğim halde çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama çok kötü bir kitapta da değildi. Jorge Amado’nun eseri olan “Tarçın Kokulu Kız” Güney Amerika hayatını anlatan bir kitap. Eser, Brezilya’nın kuzeydoğusunda bir sahil kasabası olan, llheus ve Bahia’da geçmektedir. 1925 Brezilya’sını gözler önüne seren kitapta birçok sosyal olgu ele alınmaktadır. O dönem yaşananlar, kasabanın sorunları, kakao plantasyonu ve o dönemdeki zengin çiftlik ve plantasyon sahiplerini yani Fazenderio’ların da yaşamı anlatılmaktadır. Kitap Gabriela ile Nasib’in aşkı etrafında dönmektedir. Cinsellik, aşk, aldatma, sadakat gibi kavramları da kişiler üzerinden sorgulanırken, bu kavramları zaman zaman eleştirilmekte, doğru ve yanlış yönlerine değinilmektedir. Kitabın konusu, Tarçın tenli, karanfil kokulu Gabriela, llheus kasabasına geldiği andan itibaren, tam anlamıyla netlik kazanır. Bunun nedeni kitabın başlangıcından, Gabriela’nın Ilheus’a gelmesine kadar olan süreçte, sürekli kişiler tanıtılmaya çalışılmıştır. Kitap bu açıdan Dostovyeski’ye benzemektedir. Gabriela, Ilheus’ta neredeyse güzelliği ile erkekler arasında ilah haline gelir. Nasip tarafından aşçı olarak alınan Gabriela daha sonra Nasib ile aşk yaşamaya başlar. Kitapta saflığı ve iyiliği temsil eden Gabriela bana göre çok silik bir karakter olarak geldi. Kitaba ismini veren karakter açıkcası üzerinde çok fazla işlenmemiş gibi geldi. Benim kitapta en sevdiğim karakter Malvina karakteridir. Malvina’nın kararlılığı, ayakları üzerinde durması ve asiliğine hayran kaldım. Kitapla ilgili diğer bir ayrıntı, Güney Amerika edebiyatında cinselliği çok açık ve rahat anlatmaları artık doğal bir olgu olarak karşımıza çıkmasıdır. Gabriel Garcia Marguez’in kitaplarında rastladığımız cinselliği ele alış ve anlatış tarzı aynı şekilde Jorge Amado’nun bu eserinde rastlamaktayız. Kitapta sadakat ve aldatma gibi kavramlara da yer verilmiştir. Aile kavramı ile ilgili bazı konularda Roma’dan çok fazla etkilenildiğini kitapta gördüm. Erkeklerin her zaman haklı ve egemen olduğu bir Brezilya kasabasındaki olan olaylar ayrıntılı bir şekilde okuyucuya anlatılmaktadır. Şimdiden iyi okumalar.